Konut Dokunulmazlığına Teşebbüs Suçu Yargıtay Kararı

Konut dokunulmazlığı suçunun teşebbüs aşamasında kalmasına ilişkin Yargıtay kararıyla bozulmuştur. Bozma gereği sanığın binaya girdikten sonra daire kapısını zorlamaya çalışırken daire sahibinin müdahalesi sonrası engel olunması sonrası teşebbüs değil tam olarak suçun işlendiği kabul edilmesi gerektiği göz önüne alınmasına karar vermiştir. Bu durumda suça teşebbüs hükümlerini incelemek gerekmektedir. İşte bu karar;

2. Ceza Dairesi         2014/38312 E.  ,  2017/6176 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hırsızlık, konut dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
I-Sanık … hakkında hırsızlık, konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından; sanık … hakkında mala zarar verme suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz isteminin incelemesinde;
Sanıklar tarafından müştekinin oturduğu apartmanın 2. katındaki müştekiye ait ikametin kapısı zorlamaları, ancak içeri giremeden kovalamaca sonucunda yakalanmaları şeklinde gerçekleşen olayda, sanığın müştekinin ikametinin bulunduğu apartmana girmesiyle konut dokunulmazlığının ihlali suçunun tamamlandığı gözetilmeden, suçun teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulması; adli sicil kaydına göre, Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 16/04/2008 tarih ve 2007/438 E.-2008/213 K. sayılı ilamı tekerrüre esas teşkil eden mahkumiyeti bulunan sanık … hakkında hükmolunan hapis cezasının 5237 sayılı TCK’nın 58/6-7. maddesi uyarınca, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mükerrir hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamış; 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükümlerin istem gibi ONANMASINA,
II-Sanık … hakkında hırsızlık ve konut dokunulmazlığının ihlali suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz isteminin incelemesinde;
5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüş; dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
1-Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03/02/2009 tarih ve 2008/11-250, 2009/13 sayılı kararında da belirtildiği üzere hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin objektif koşullarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi olduğu ancak herhangi bir zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli bulunmayan suçlar yönünden bu koşulun aranmayacağı, hırsızlık suçunun teşebbüs aşamasında kalıp herhangi bir zarar doğmaması, konut dokunulmazlığının ihlali suçunun zarar doğurmaya elverişli suçlardan olmadığı ve sanığın suç tarihinden önce silinme koşulları oluşan mahkumiyetinin bulunduğu gözetilmeden, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak yeniden suç işleyip işlemeyeceği hususundaki kanaat ile hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesi gerekirken “sanıklara verilen cezaların süresi, sanıkların kasıtlı suçtan mahkumiyetinin olması, suçun işlenmesiyle dosyaya yansıyan zararının belirlendiği, işbu davada meydana gelen maddi zararın giderilmediği göz önünde bulundurularak” biçimindeki dosya içeriğine uygun olmayan, yetersiz gerekçe ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi,
2-Sanık tarafından müştekiye ait ikametin kapısı zorlandıktan sonra ihbar üzerine olay yerine gelen kolluk görevlilerinin sanığın bulunduğu aracı suça konu apartmanın önünde görmesi üzerine sanığın kovalamaca neticesinde yakalandığının anlaşılması karşısında, konut dokunulmazlığının ihlali suçunun tamamlandığı gözetilmeden suçun teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, bozma sonrası kurulacak hükümde 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, 29/05/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Uyuşturucu Ticareti Yargıtay Ceza Tayini

Ağır ceza mahkemesinde görülmekte olan uyuşturucu ticareti yapmak suçlamasıyla yargılaması gerçekleştirilerek hapis ve adli para cezasına hükmedilmiştir. Yargıtay 20. ceza dairesince yapılan incelemede ceza tayininin alt sınırdan uzaklaşılarak hükmedilmesini bozmuştur. Ancak bir başka üye tarafından otobüs bagajında elde edilen uyuşturucu maddelerin Cumhuriyet Savcısının izni olmaksızın arama yapıldığı göz önüne alınarak hukuka aykırı delilin mahkumiyete esas alınamayacağını belirtmiştir.

20. Ceza Dairesi         2015/12844 E.  ,  2018/5352 K.
“İçtihat Metni”

İNCELENEN KARARLA
İLGİLİ BİLGİLER
Mahkeme … Ağır Ceza Mahkemesi
Karar Tarihi-Numarası : 01.11.2012 – 2012/194 esas ve 2012/324 karar
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların aşağıda belirtilen dışında doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Suç konusu uyuşturucu maddenin miktarına bağlı olarak önem ve değeri ile oluşturduğu tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak TCK’nın 3. maddesindeki orantılılık ilkesi ile aynı Kanunun 61. maddesindeki ölçütlere göre; temel hapis ve adli para cezasının alt sınırdan uzaklaşılarak tayini yerinde ise de, alt sınırdan fazla uzaklaşılarak, 8 yıl hapis ve 1800 gün adli para cezası olarak belirlenmesi suretiyle fazla cezaya hükmedilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, CMUK’nın 321. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, 21.11.2018 tarihinde Üye …’in değişik gerekçesi ile oyçokluğuyla karar verildi.

(K.O.)



DEĞİŞİK GEREKÇE VE KARŞI OY

Dosya içinde mevcut olaya ilişkin tutanaklar ile diğer belge ve bilgilerden… Sulh Ceza Mahkemesinin 21.02.2012 gün ve 2012/219 sayılı önleme araması kararı gereğince 02.03.2012 günü 13.30 sıralarında D-400 karayolu üzeri … petrol istasyonu önünde yol emniyet ve kontrol devriyesi esnasında… firmasına ait … plakalı yolcu otobüsü durdurularak yapılan aramada, otobüsün bagaj kısmında Abdulhalik Sever’e ait olduğu tespit edilen siyah çanta içerisinde esrar olduğu değerlendirilen kenevir bitki kırıntıları ele geçirildiği ve yakalanan esrarın net 4275 gram olduğu anlaşılmıştır.
Dosya içerisindeki soruşturma evrakından sanığa ait çanta içinde esrar olduğuna dair şüphenin nasıl oluştuğuna ilişkin bir tespit yoktur. Bu durumda yolcu otobüsünün bagajında bulunan tüm bavul, çanta ve benzeri ne varsa tümünün görevlilerce açıldığı ve içinde esrar bulunan çantanın sahibinin yaşı küçük sanık Abdulhalik olduğu anlaşılmıştır.
Anayasanın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. “Hukuk Devleti”, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyucu, adil bir hukuk düzeni kurup bunu devam ettirmekle kendini yükümlü kabul eden ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan bir devlettir.
Ancak daha önemlisi kurulan bu hukuk düzeninin uygulayıcılarının hukuka saygısı ve bağlılığıdır.
Somut olayda, kolluk görevlileri tarafından otobüs içindeki herkes şüpheli kabul edilip, suç işlediği varsayılmış ve aracın bagajındaki tüm bavul çanta ve diğer eşyalar aranmış olmalı ki sanığın çantası açılıp içindeki madde bulunsun, eğer aksi savunulacaksa suç şüphesi oluşturan kişilerin suç işlediğine ilişkin kuvvetli şuç şüphesi oluşturan davranışlarının varlığının tespit edilmesi gerekli olup, 5271 sayılı CMK kuralları uygulanması gerekeceğinden ve CMK’nın 161. maddesinin 2. fıkrası ve PVSK’nın Ek 6. maddeleri uyarınca edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan kolluk görevlilerinin, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için gerekli acele tedbirleri aldıktan sonra durumu derhal Cumhuriyet savcısına bildirmesi ve Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda gerekli soruşturma işlemlerini yapması gereklidir.
Soruşturma başlatıldıktan sonra uygulanan koruma tedbirleri kanunda öngörülmüş ve öngörülen biçimde gerçekleştirilmiş ise iç hukuka uygundur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iç hukukta yer verilen bir kurala uygun davranılıp davranılmadığı yönünden de değerlendirme yapmaktadır.
Arama da bir koruma tedbiridir.
Kişinin özel hayatının gizliliği ve korunması hakkına sınırlama getiren arama ikiye ayrılır; birincisi, “önleme araması” adı ile bilinen 2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre suç işlenmesinin önüne geçilmesi veya bir tehlikenin önlenmesine yönelik güvenlik amaçlı yapılan kolluk aramasıdır. Önleme aramasının muhatapları suç şüphesi altında olmayan kişilerdir.
Önleme araması bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla yapılabilir.
2559 sayılı PVSK’nın suç tarihinde yürürlükte bulunan “Durdurma ve kimlik sorma” başlıklı 4/A maddesine göre;
Polis, kişileri ve araçları;
-Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
-Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
-Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
-Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
Amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Ancak bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması, bavul, çanta gibi eşyasının veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez…”
Önleme aramasındaki amaç güvenliğin sağlanması ve muhtemel tehlikelerin ortadan kaldırılması esasına dayanmaktadır. Yapılan arama güvenliği sağlamaktan çok delil elde etmeyi hedeflemekte ise, adli aramanın varlığı kabul edilmelidir. Delil elde etmek amacıyla yapılan arama adli aramadır ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen usul ve esaslara uygun olarak yerine getirildiğinde arama hukuka uygun nitelik taşıyabilecektir.
Kişinin üstü, yanında taşıdığı çanta, arabası, evi ve işyeri özel hayatın gizliliği ve korunması hakkı kapsamına giren yerlerden olup, Anayasa’mızın 13. maddesine uygun olarak, İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin 2. fıkrası, Anayasa’nın 20. ve 21. maddelerinin 2. fıkralarında belirtilen kapsamda kanunla sınırlanabilir. Suç tarihinde böyle bir kısıtlayıcı kanun yoktur.
Hiç kimse, keyfi olarak bir başkasının üzerini, evini, işyerini, çantasını ve kullandığı aracı arayamaz. Böyle bir arama suç olacağı gibi, bu aramadan elde edilen deliller de hukuka aykırı delil niteliği taşıyacaktır. Anayasa’mızın 38. maddesinin 6. fıkrasına göre hukuka aykırı deliller, hiçbir yargılama türünde bireyin aleyhine kullanılamaz
Adli arama kararı gerektiren bir olayda önleme araması kararına dayanılarak ya da koşullarına uygun olmayan arama kararı üzerine yapılan arama hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Başlangıçta suç işlenmesinin önlenmesi düşüncesi olsa bile, suç şüphesi ortaya çıktığı andan itibaren yapılacak arama adli bir nitelik taşıyacaktır. Adli aramanın amacı şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin ele geçirilmesidir.
Somut olayda, kolluk görevlilerinin durumu derhal Cumhuriyet savcısına haber verip Cumhuriyet savcısından “yazılı arama emri” almalı ya da “adli arama kararı” alarak arama işlemi yapmalıdır.
Açıkladığım bu hukuki gerekçelerle, Cumhuriyet savcısına bile haber vermeden “önleme araması kararına” dayanarak delil elde etmek amacıyla otobüs bagajındaki tüm eşyalar aranarak delil elde edildiği anlaşılmış olmasına göre, bu şekilde yapılan arama da hukuka aykırı olduğundan, yaşı küçük sanık hakkındaki hükmün bu nedenle de bozulması düşüncesinde olduğumdan. Sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. 21.11.2018


İNCELENEN KARARLA
İLGİLİ BİLGİLER
Mahkeme … Ağır Ceza Mahkemesi
Karar Tarihi-Numarası : 01.11.2012 – 2012/194 esas ve 2012/324 karar
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların aşağıda belirtilen dışında doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Suç konusu uyuşturucu maddenin miktarına bağlı olarak önem ve değeri ile oluşturduğu tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak TCK’nın 3. maddesindeki orantılılık ilkesi ile aynı Kanunun 61. maddesindeki ölçütlere göre; temel hapis ve adli para cezasının alt sınırdan uzaklaşılarak tayini yerinde ise de, alt sınırdan fazla uzaklaşılarak, 8 yıl hapis ve 1800 gün adli para cezası olarak belirlenmesi suretiyle fazla cezaya hükmedilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, CMUK’nın 321. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, 21.11.2018 tarihinde Üye …’in değişik gerekçesi ile oyçokluğuyla karar verildi.

(K.O.)



DEĞİŞİK GEREKÇE VE KARŞI OY

Dosya içinde mevcut olaya ilişkin tutanaklar ile diğer belge ve bilgilerden… Sulh Ceza Mahkemesinin 21.02.2012 gün ve 2012/219 sayılı önleme araması kararı gereğince 02.03.2012 günü 13.30 sıralarında D-400 karayolu üzeri … petrol istasyonu önünde yol emniyet ve kontrol devriyesi esnasında… firmasına ait … plakalı yolcu otobüsü durdurularak yapılan aramada, otobüsün bagaj kısmında Abdulhalik Sever’e ait olduğu tespit edilen siyah çanta içerisinde esrar olduğu değerlendirilen kenevir bitki kırıntıları ele geçirildiği ve yakalanan esrarın net 4275 gram olduğu anlaşılmıştır.
Dosya içerisindeki soruşturma evrakından sanığa ait çanta içinde esrar olduğuna dair şüphenin nasıl oluştuğuna ilişkin bir tespit yoktur. Bu durumda yolcu otobüsünün bagajında bulunan tüm bavul, çanta ve benzeri ne varsa tümünün görevlilerce açıldığı ve içinde esrar bulunan çantanın sahibinin yaşı küçük sanık Abdulhalik olduğu anlaşılmıştır.
Anayasanın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. “Hukuk Devleti”, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyucu, adil bir hukuk düzeni kurup bunu devam ettirmekle kendini yükümlü kabul eden ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan bir devlettir.
Ancak daha önemlisi kurulan bu hukuk düzeninin uygulayıcılarının hukuka saygısı ve bağlılığıdır.
Somut olayda, kolluk görevlileri tarafından otobüs içindeki herkes şüpheli kabul edilip, suç işlediği varsayılmış ve aracın bagajındaki tüm bavul çanta ve diğer eşyalar aranmış olmalı ki sanığın çantası açılıp içindeki madde bulunsun, eğer aksi savunulacaksa suç şüphesi oluşturan kişilerin suç işlediğine ilişkin kuvvetli şuç şüphesi oluşturan davranışlarının varlığının tespit edilmesi gerekli olup, 5271 sayılı CMK kuralları uygulanması gerekeceğinden ve CMK’nın 161. maddesinin 2. fıkrası ve PVSK’nın Ek 6. maddeleri uyarınca edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan kolluk görevlilerinin, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için gerekli acele tedbirleri aldıktan sonra durumu derhal Cumhuriyet savcısına bildirmesi ve Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda gerekli soruşturma işlemlerini yapması gereklidir.
Soruşturma başlatıldıktan sonra uygulanan koruma tedbirleri kanunda öngörülmüş ve öngörülen biçimde gerçekleştirilmiş ise iç hukuka uygundur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iç hukukta yer verilen bir kurala uygun davranılıp davranılmadığı yönünden de değerlendirme yapmaktadır.
Arama da bir koruma tedbiridir.
Kişinin özel hayatının gizliliği ve korunması hakkına sınırlama getiren arama ikiye ayrılır; birincisi, “önleme araması” adı ile bilinen 2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre suç işlenmesinin önüne geçilmesi veya bir tehlikenin önlenmesine yönelik güvenlik amaçlı yapılan kolluk aramasıdır. Önleme aramasının muhatapları suç şüphesi altında olmayan kişilerdir.
Önleme araması bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla yapılabilir.
2559 sayılı PVSK’nın suç tarihinde yürürlükte bulunan “Durdurma ve kimlik sorma” başlıklı 4/A maddesine göre;
Polis, kişileri ve araçları;
-Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
-Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
-Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
-Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
Amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Ancak bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması, bavul, çanta gibi eşyasının veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez…”
Önleme aramasındaki amaç güvenliğin sağlanması ve muhtemel tehlikelerin ortadan kaldırılması esasına dayanmaktadır. Yapılan arama güvenliği sağlamaktan çok delil elde etmeyi hedeflemekte ise, adli aramanın varlığı kabul edilmelidir. Delil elde etmek amacıyla yapılan arama adli aramadır ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen usul ve esaslara uygun olarak yerine getirildiğinde arama hukuka uygun nitelik taşıyabilecektir.
Kişinin üstü, yanında taşıdığı çanta, arabası, evi ve işyeri özel hayatın gizliliği ve korunması hakkı kapsamına giren yerlerden olup, Anayasa’mızın 13. maddesine uygun olarak, İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin 2. fıkrası, Anayasa’nın 20. ve 21. maddelerinin 2. fıkralarında belirtilen kapsamda kanunla sınırlanabilir. Suç tarihinde böyle bir kısıtlayıcı kanun yoktur.
Hiç kimse, keyfi olarak bir başkasının üzerini, evini, işyerini, çantasını ve kullandığı aracı arayamaz. Böyle bir arama suç olacağı gibi, bu aramadan elde edilen deliller de hukuka aykırı delil niteliği taşıyacaktır. Anayasa’mızın 38. maddesinin 6. fıkrasına göre hukuka aykırı deliller, hiçbir yargılama türünde bireyin aleyhine kullanılamaz
Adli arama kararı gerektiren bir olayda önleme araması kararına dayanılarak ya da koşullarına uygun olmayan arama kararı üzerine yapılan arama hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan deliller ya da suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamaz.
Başlangıçta suç işlenmesinin önlenmesi düşüncesi olsa bile, suç şüphesi ortaya çıktığı andan itibaren yapılacak arama adli bir nitelik taşıyacaktır. Adli aramanın amacı şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin ele geçirilmesidir.
Somut olayda, kolluk görevlilerinin durumu derhal Cumhuriyet savcısına haber verip Cumhuriyet savcısından “yazılı arama emri” almalı ya da “adli arama kararı” alarak arama işlemi yapmalıdır.
Açıkladığım bu hukuki gerekçelerle, Cumhuriyet savcısına bile haber vermeden “önleme araması kararına” dayanarak delil elde etmek amacıyla otobüs bagajındaki tüm eşyalar aranarak delil elde edildiği anlaşılmış olmasına göre, bu şekilde yapılan arama da hukuka aykırı olduğundan, yaşı küçük sanık hakkındaki hükmün bu nedenle de bozulması düşüncesinde olduğumdan. Sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. 21.11.2018

Uyuşturucu Madde Üst Araması Hukuka Uygun Delil

Aşağıdaki Yargıtay kararında polis memurlarının gece geç saatte boş arazide şüphe üzerine 3 kişinin üst aramasını yaptığı sırada giysilerinden sarılı halde bulunan uyuşturucu tespit ettikleri ve el koyma işlemi ile birlikte mahkemece bu delillerin hukuka uygun delil olup olmadığının tespitinin yer aldığı bir karar olmuştur. Hukuka uygun delil elde edilmesi ve hükme esas alınması konusunda örnek bir karardır.

Ceza Genel Kurulu         2017/1150 E.  ,  2019/482 K.
“İçtihat Metni”
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 20. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 321-138


Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık …’nın, TCK’nın 188/3, 62, 52, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 31.05.2012 tarihli ve 321-138 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 20. Ceza Dairesince 12.10.2017 tarih ve 8559-5109 sayı ile;
“Sanığın üzerinde polis ekiplerince yapılan arama sonucunda, montunun sağ ön cebinde suça konu uyuşturucu maddelerin ele geçirilmesi şeklinde gerçekleşen olay nedeniyle, yapılan arama işlemine dayanak olacak şekilde 2559 sayılı PVSK (Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun) 9. maddesi kapsamında verilmiş ‘önleme arama kararı’ ya da CMK’nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde verilmiş ‘adli arama kararı’ veya ‘yazılı adli arama emri’ bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırmayla hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
Daire Başkanı İ. Köklü; “Olay tutanağına göre olay günü saat 21.05 devriye görevi yapan kolluk görevlilerinin Şifa Mahallesi Aydın Sokak’taki boş arazide 3 (üç) erkek şahsın görülmesi üzerine, kontrol etmek amacıyla bu kişilerin yanlarına gittikleri önce GBT kontrollerini yaptıkları ve bu kişilerden …’nın yapılan üst aramasında montunun sağ ön cebinde satışa hazır, beyaz kağıda sarılı halde 20 paket halinde daralı ağırlığı 23,2 gram kubar esrar maddesinin ele geçirildiği olayda, sanığın aranması için adli arama kararı veya önleme arama kararı bulunması gerekip gerekmediği noktasında sayın çoğunluk ile görüş ayrılığımız bulunmaktadır.
Somut olayımızda kolluk görevlileri devriye görevini yaparken akşam saat 21:05’te boş arazide 3 (üç) kişiyi görünce yanlarına gidip önce kimlik sormuş daha sonra da sanık …’nın üzerinde yapılan aramada 20 paket esrar maddesi ele geçirilmiştir. Bu olayda CMK 116. maddesinde düzenlenen makul (somut) suç şüphesi bulunmadığı için adli arama kararı alınmasını gerektiren koşullar bulunmamaktadır. Ancak kolluk görevlilerinin sanıkla ilgili olarak yaptıkları işlemler 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 4/A maddesine uygundur.
PSVK 4/A maddesi, polislere kişi ve araçları
‘a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek veya
ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
Amacıyla durdurma, kimlik sorma ve silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde kendisine veya başkalarına zarar vermesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabileceğini’ düzenlemiştir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Somut olayımızda bu sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Saat 21.05’te boş arazide 3 (üç) kişiyi gören ve önleyici kolluk görevi yapan polislerin bu kişilerin yanına giderek kimlik sormaları ve yapılan üst yoklaması sonucu sanık …’nın montunun sağ ön cebinde toplam ağırlığı(23,2) gram olan 20 (yirmi) paket esrar maddesinin ele geçirilmesi işlemi hukuka uygundur.
Olay tutanağına göre, esrar maddesinin ele geçirildiği aramanın yoklama sonucu yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira tutanakta esrar maddesinin ele geçirilmesinden sonra ince aramaya geçildiği ve bu aramada 1 adet cep telefonu, 1 anahtarlık 1 adet bez cüzdan 1 adet beyaz kemer ve 75 TL paranın bulunduğu belirtilmektedir.
Olayımızda sanık …’nın üzerinin aranması için olayla ilgili bir ihbar, takip veya makul suç şüphesi olmadığı için CMK 116. maddesindeki adli arama kararı verilmesini gerektiren koşullar bulunmamaktadır.
Bu nedenle adli arama kararı araştırması yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak akşam saat 21.05’te önleyici kolluk görevi kapsamında devriye gezen kolluk görevlilerinin boş arazide gördükleri kişilerin yanına giderek kimlik sormaları, GBT araştrıması yapmaları ve makul sebebe dayalı alarak yaptıkları aramada sanıkta esrar maddesi ele geçirmeleri işlemi, PSVK. 4/A maddesi kapsamında yapılan bir işlem olup yasaya uygundur.
Sanık …’da uyuşturucu madde ele geçirilmesi olayındaki arama işleminin yasaya uygun olarak yapıldığı görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.’ düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.11.2017 tarih ve 204596 sayı ile;
“…Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.10.2016 gün ve 2016/374 karar sayılı kararı ve devamında, gerekçeleri yazılmış 2017/7-8-19-20-37-38-39-54-55-62-77-78-79-80-82- 118-119- 121-138-139 karar sayılı kararlarında değindiği üzere, kolluğun CMK 90/1-a, 90/4, Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun (PVSK) 13/1-A, ek 6. maddesi, Adli Arama ve Önleme Yönetmeliği’nin 8, 19, 27 ve diğer maddeleri uyarınca suçüstü halinde ayrıca bir arama emri yada kararı alınmasına gerek olmaksızın, suçun delili ve konusunu oluşturan uyuşturucu maddeleri ele geçirip muhafaza altına alması hukuka uygun olup, hukuka aykırı delilden söz edilemez. Yine Ceza Genel Kurulunun 2016/374 ve devamı benzer kararlarında değindiği gibi satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma eylemi temadi eden suçlardan olup niteliği itibariyle de suçüstü hükümlerine tabidir. İşlem ilgili yönetmeliğin 27/ g-h bentlerine de uygundur.
Açıklanan nedenle sanıktan ele geçirilen yukarıda niteliği ve miktarına yer verilen suçun konusu ve delili niteliğindeki uyuşturucuların ele geçiriliş şekli değinilen yasalardaki maddelere ve yasaya uygun Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’ne uygun olup, Dairenin bu nedene dayalı bozma gerekçesi usul ve yasalara aykırı olduğu ve hükmün onanması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 20. Ceza Dairesince 16.11.2017 tarih, 6742-6089 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin olarak yapılan arama işleminin hukuka uygun olup olmadığı, bu bağlamda eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tutanağına göre; kolluk görevlilerinin, 30.04.2011 tarihinde saat 21.05 sıralarında gerçekleştirdikleri devriye görevi sırasında Şifa Mahallesi, Aydın Sokak içerisindeki boş arazide üç erkek şahsı görüp kontrol etmek amacı ile yanlarına gittikleri, aranan kişilerden olmadıkları tespit edilen şahıslardan sanık …’nın üst aramasında, deri montunun sağ ön cebinde beyaz kâğıda sarılı toplam 20 paket hâlinde daralı 23,2 gram suç konusu uyuşturucu maddenin ele geçirildiği, konu hakkında Cumhuriyet savcısına bilgi verildiğinde adı geçen hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan işlem yapılması talimatının alındığı,
İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 04.05.2011 tarihli rapora göre; ele geçen net 9,4 gram ağırlığında olan maddenin esrar olduğu,
Anlaşılmıştır.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir biçimde çözümlenmesi için “arama” tedbirinin hukuki niteliği ile bu tedbire hâkim olan genel ilkelere değindikten sonra konuya ilişkin anayasal ve kanuni düzenlemelerin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
A- Genel Olarak Koruma Tedbiri:
Ceza muhakemesinin yapılmasını veya yapılan muhakemenin sonunda verilecek kararın kâğıt üzerinde kalmamasını ve muhakeme masraflarının karşılanmasını sağlamak amacıyla, kural olarak ceza muhakemesinde karar verme yetkisini haiz olan yetkililer tarafından, gecikmede sakınca bulunan durumlarda geçici olarak başvurulan ve hükümden önce bazı temel hak ve hürriyetlere müdahaleyi gerektiren kanuni çarelere “koruma tedbiri” denir. (Bahri Öztürk, Behiye Eker Kazancı, Sesim Soyer Güleç, Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbirleri, Seçkin, 2013, 1. Bası, s.1)
Koruma tedbirleri genel itibarıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Birinci Kitabının Dördüncü Kısmı “Koruma Tedbirleri” başlığını taşımakta olup arama ve yakalama tedbirine de bu kısımda yer verilmiştir. Kanunun bu açık düzenlemesine göre arama ve yakalama birer koruma tedbiridir.
Koruma tedbirleriyle çoğu zaman henüz gerçekten bir suçun işlenip işlenmediği ya da işleme muhatap olan şüpheli tarafından işlendiği yargı kararı ile sabit olmadığı hâlde, gecikmesinde sakınca bulunmasından dolayı görünüşte haklılıkla yetinilerek gerek şüphelinin gerekse şüpheli statüsünde olmayan üçüncü kişilerin temel hak ve özgürlüklerine müdahale edilmektedir. Bu nedenle koruma tedbirlerine ölçülü bir şekilde, görünüşte haklı olan ve gecikmesinde sakınca ya da tehlike bulunan hâllerde başvurulmalıdır.
Yakalama ve tutuklamanın esasları, Anayasamızın 19. maddesinde “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlığı ile;
“Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir…” şeklinde düzenlenmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 2. maddesinde ise suçüstünün tanımına yer verilmiş, koruma tedbirleri başlığı altında aynı Kanun’un 90. maddesinde yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler düzenlenmiştir.
“Madde 2: …j) Suçüstü:
1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya ve delille yakalanan kimsenin işlediği suçu…ifade eder”.
Maddedeki tanım doğrultusunda; örneğin failin mağduru bıçaklaması durumunda CMK’nın 2/j-1; failin mağduru bıçakladıktan sonra takip üzerine yakalanması durumunda CMK’nın 2/j-2; failin bıçaklama eyleminden hemen sonra elinde kanlı bıçakla yakalanması durumunda ise CMK’nın 2/j-3 maddesindeki suçüstü hâlleri söz konusu olacaktır.
“Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler
Madde 90: (1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:
a) Kişiye suçu işlerken rastlanması.
b) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması.
(2) Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler.
(3) Soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı olmakla birlikte, çocuklara, beden veya akıl hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri nedeniyle kendilerini idareden aciz bulunanlara karşı işlenen suçüstü hallerinde kişinin yakalanması şikâyete bağlı değildir.
(4) Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.
(5) Birinci fıkraya göre yakalanıp kolluğa teslim edilen veya ikinci fıkra uyarınca görevlilerce yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır.
(6) Yakalama emrine konu işlemin yerine getirilmesi nedeniyle yakalama emrinin çıkarılma amacının ortadan kalkması durumunda mahkeme, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından yakalama emrinin derhâl iadesi istenir” şeklindedir. Madde gereğince; kişiye bir suç işlerken rastlanması veya suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçmasının önlenmesi veya kimliğinin hemen belirlenmesinin mümkün olmaması hâllerinde herkesin geçici olarak yakalama yetkisi bulunmaktadır. Kolluk görevlileri, hakkında tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya amirlerine ulaşma imkânlarının bulunmaması durumunda yakalama yetkisine sahiptirler. Kolluk, yakaladığı kişinin kaçmasını, kendisine ya da başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri almalı, hemen Cumhuriyet savcısına haber vermeli ve emirleri doğrultusunda işlem yapmalıdır.
2559 sayılı PVSK’nın 13. maddesinde de polise, suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hâllerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri yakalama yetkisi verilmiştir.
PVSK’nın suç tarihinde yürürlükte bulunan 13. maddesi;
“Polis,
A) Suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hâllerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,
B) Haklarında yetkili mercilerce verilen yakalama veya tutuklama kararı bulunanları,
C) Halkın rahatını bozacak veya rezalet çıkaracak derecede sarhoş olanları veya sarhoşluk hâlinde başkalarına saldıranları, yapılan uyarılara rağmen bu hareketlerine devam edenler ile başkalarına saldırmaya yeltenenleri ve kavga edenleri,
D) Usulüne aykırı şekilde ülkeye giren ya da haklarında sınır dışı etme veya geri verme kararı alınanları,
E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,
F) Bir kurumda tedavi, eğitim ve ıslahı için kanunlarla ve bu Kanunun uygulanmasını gösteren tüzükte belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirlerin yerine getirilmesi amacıyla, toplum için tehlike teşkil eden akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol bağımlısı serseri veya hastalık bulaştırabilecek kişileri,
G) Haklarında gözetim altında ıslahına veya yetkili merci önüne çıkarılmasına karar verilen küçükleri,
Yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar…” şeklinde düzenlenmiştir.
Arama ve elkoymanın esasları; Anayasamızın 20. maddesinde “Özel hayatın gizliliği”, 21. maddesinde ise “Konut dokunulmazlığı” başlıkları altında düzenlenmiştir.
Anayasamızın 20. maddesi;
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar…”,
21. maddesi ise;
“Kimsenin konutuna dokunulamaz. Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar” hükümlerini amirdir.
Anayasamızın 13. maddesindeki düzenleme ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması anayasal güvence altına alınmış ve belli şartlara tabi kılınmıştır. Bu düzenlemeye göre; temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar ise Anayasamızın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
B- Koruma Tedbiri Olarak Arama ve Çeşitleri:
1. Arama Kavramı
Arama; “arama işi, taharri, birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, araştırmak, yoklamak” anlamlarına gelmektedir. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2009, s.113)
Arama, gizli olanı ortaya çıkarmak için yürütülen bir faaliyet olduğundan gözle görülen veya açıkta bırakılan şeyler aramanın konusu olamaz. Örneğin; bir polis memurunun, yayalar ya da diğer araçlar bakımından tehlike oluşturacak şekilde kullanılması nedeniyle durdurduğu bir aracın arka koltuğunda, uyuşturucu madde veya tabanca görmesi üzerine bunlara el koyması arama olarak kabul edilmemektedir. (Veli Özer Özbek, Ceza Muhakemesinde Koruma Tedbiri Olarak Arama, Seçkin, 1999, 1. Bası, s.18)
Arama; kişilerin konutları, iş yerleri, araçları, diğer yerleri, üstleri, eşyaları, özel kâğıtları, kullandıkları bilgisayar ve bilgisayar programları ile kütükleri üzerinde yapılmaktadır. Kişinin üstünde yapılan aramanın beden muayenesi boyutuna varmaması gerekir. Zira, beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması aramadan farklı hükümlere tâbi kılınmış olup cinsel organlar veya anüs bölgesine bakılması iç beden muayenesi sayılmaktadır. Bu bölgeler haricindeki ağız, koltuk altı gibi beden boşlukları ile ayak, kol, saç arası gibi vücut bölgelerine tıbbi araç veya yöntemler kullanılmaksızın bakılması arama hükümlerine tabidir.
Aramaya ilişkin hükümler sadece Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş değildir. Arama işleminin yapılışına ilişkin usulleri ayrıntılı olarak düzenleyen Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 3. maddesinde yer verildiği üzere 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, 2803 sayılı Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanunu, 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu, 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun, 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun, 5253 sayılı Dernekler Kanunu, 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede de bu hususta kurallar vazedilmiştir.
2. Arama Çeşitleri
Arama, amacına göre “adli arama” ve “önleme araması” olarak ikiye ayrılmaktadır. Arama şüpheli veya sanığı ya da bir delili elde etme amacıyla yapılabileceği gibi, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla da yapılabilir. Birinci tür aramaya “adli arama”, ikinci tür aramaya ise “önleme araması” denilmektedir. Bu itibarla arama hem koruma, hem de önleme tedbiridir. Her iki tür arama arasında ortak özellikler bulunmakla birlikte hukukî nitelikleri, tâbi oldukları kanuni düzenlemeler ve kapsamları bakımından önemli farklılıklar da bulunmaktadır.

a. Önleme Araması
Genel emniyet ve asayişin korunması ile tehlikelerin önlenmesi amacıyla başvurulan önleme araması; 2559 sayılı PVSK’nın 9 ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 18-26. maddelerinde düzenlenmiş olup Yönetmeliğin 19. maddesinde; “Millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, patlayıcı madde veya eşyanın tespiti amacıyla, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülkî âmirin yazılı emriyle ikinci fıkrada belirtilen yerlerde, kişilerin üstlerinde, aracında, özel kâğıtlarında ve eşyasında yapılan arama işlemidir” şeklinde tanımlanmıştır. Böylelikle kamu güvenliği ile düzenini bozabilecek kişi ve eşya bulunarak muhtemel bir zararın gerçekleşmesine veya suç işlenmesine engel olunarak toplum yakın bir tehlikeden korunacaktır.
Önleme aramasına karar verilebilmesi için belirtilen konulara ilişkin somut ve öngörülebilir bir tehlike olması gerekir. 2559 sayılı PVSK bu nitelikteki tehlike hâlini “makul sebep” olarak ifade etmektedir. Suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut olgulara dayalı “makul şüphe” ile önleme aramasındaki “makul sebep” farklı kavramlardır. “Makul sebep” konunun uzmanları tarafından ortak görüşle anlamlandırılıp değerlendirilen bir olgu iken “makul şüphe” çok sayıdaki sıradan insanın somut bir olguyu aynı yönde değerlendirmeleri hâlidir. (Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, Seçkin, 4. Baskı, 2016, s. 381-382)
Önleme araması ancak kanunda öngörülen yerlerde yapılabilir. 2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesinde somut ve yakın bir tehlikenin baş gösterebileceği alanlar esas alınmak suretiyle önleme araması yapılabilecek yerler tek tek sayılmış olup buna göre önleme araması;
1) 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına giren toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı yerde veya yakın çevresinde,
2) Özel hukuk tüzel kişileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya sendikaların genel kurul toplantılarının yapıldığı yerin yakın çevresinde,
3) Halkın topluca bulunduğu veya toplanabileceği yerlerde,
4) Eğitim ve öğretim özgürlüğünün sağlanması için her derecede eğitim ve öğretim kurumlarının idarecilerinin talebiyle ve kurumun imkânlarıyla önlenmesi mümkün görülmeyen olayların çıkması ihtimali karşısında rektör, acele hâllerde de dekan veya bağlı kuruluş yetkililerinin kolluktan yardım istemeleri hâlinde, girilecek yüksek öğretim kurumlarının içinde, bunların yakın çevreleri ile giriş ve çıkışlarında,
5) Umumî veya umuma açık yerlerde,
6) Her türlü toplu taşıma araçlarında, seyreden taşıtlarda yapılabilecektir.
Konutta, yerleşim yerinde, kamuya açık olmayan işyerlerinde ve eklentilerinde hiçbir şekilde önleme araması yapılması mümkün olmayıp bu yerlerde şartları varsa ancak adli arama yapılabilir.
Önleme araması idari bir işlem olsa da kural olarak hâkim kararıyla yapılmalıdır. Kolluk tarafından somut tehlikenin oluştuğunu gösteren belirlemeler önceden tespit edilip aramanın yapılması önerilen yer ve zaman ile birlikte o yer mülkî âmirine yazılı olarak iletilir. İllerde vali veya bu konuda yetkilendirdiği yardımcısı ve ilçelerde ise kaymakamı ifade eden mülki amir, kolluğun talebini uygun bulursa hâkimden arama kararı talep eder; ancak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kendisi de yazılı arama emri verebilir. Önleme araması kararının alınmasında ve icrasında Cumhuriyet savcısının herhangi bir görev ve fonksiyonu yoktur. Kolluğun kendi içindeki birim amirlerinin emri ile önleme araması yapılamaz. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 4. maddesi uyarınca, önleme araması bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hâl; derhâl işlem yapılmadığı takdirde, millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunmasının tehlikeye girmesi veya zarar görmesi, suç işlenmesinin önlenememesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, patlayıcı madde veya eşyanın tespit edilememesi ihtimâlinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için vakit bulunmaması hâlini ifade etmektedir. 2559 sayılı PVSK’nın 9/6. maddesi uyarınca spor karşılaşması, miting, konser, festival, toplantı ve gösteri yürüyüşünün düzenlendiği veya aniden toplulukların oluştuğu hâllerde gecikmesinde sakınca bulunan hâlin bulunduğu kabul edilmektedir.
Önleme araması kararında veya emrinde; aramanın sebebi, konusu ve kapsamı, aramanın yapılacağı yer, aramanın yapılacağı zaman ve geçerli olacağı süre belirtilmelidir. Önleme aramasında gece ile ilgili bir istisnaya yer verilmediğinden her zaman yapılması mümkündür. Önleme araması kararının geçerli olacağı sürenin sınırı ile ilgili olarak da mevzuatta kısıtlayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Zira önleme aramasının geçerli olacağı süre, karar verilmesine dayanak teşkil eden makul sebebin niteliğine göre değişkenlik arz edebilmektedir. Örneğin; olimpiyat oyunları gibi iki ya da üç hafta sürecek ve dünyanın bir çok ülkesinden sporcu ve izleyicilerin katılacağı bir spor organizasyonunda yaşanabilecek kamu düzenini bozucu nitelikteki olayların ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla makul sebep oluşması hâlinde yapılacak bir önleme aramasının geçerlilik süresi organizasyon süresi kadar olabileceği gibi, başka olaylarda duruma göre bir gün süreli, hatta saatli önleme araması kararlarının verilmesi de mümkündür. Her hâlükârda bu sürenin aramanın haklı kıldığı süreden fazla olmaması lazımdır. Önleme aramasının da kişilerin temel hak ve özgürlüklerine bir müdahale niteliğinde bulunması nedeniyle, makul bir sebep olmadığı hâlde verilen uzun süreli önleme araması kararı görünürde yasal olsa bile hukuka uygun olmayacaktır. Aynı şekilde makul bir sebep yokken belli periyotlarla yenilenmek suretiyle süreklilik arzedecek ve genel arama izlenimi verecek şekilde önleme araması kararı verilmesi de hukuka aykırı olacaktır.
Önleme aramasının nasıl icra edileceği hususunda 2559 sayılı PVSK’da ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nde özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Yönetmeliğin “Aramaların Yapılma Şekli” başlıklı dördüncü bölümündeki hükümler hem adli hem de önleme araması için geçerli ortak hükümlerdir. Dolayısıyla icra edilişi bakımından adli arama ile önleme araması arasında bir fark gözetilmemiştir.
Önleme araması sonucunda bir suç unsuruna veya deliline rastlanırsa koruma altına alınacak ve durum Cumhuriyet Başsavcılığına derhâl bildirilerek elkoyma işlemini gerçekleştirmek üzere Cumhuriyet savcısından yeni bir yazılı emir istenecektir. Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde kolluk âmirinin yazılı emriyle de elkoyma yapılabilecektir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulmalıdır. Önleme aramasının konusu ve kapsamı içinde olan ancak suç unsuru oluşturmayan örneğin, bozuk para, çakmak gibi bir eşya ise geçici olarak koruma altına alınır ve aramaya sebep teşkil eden husus sona erdiğinde ilgiliye teslim edilir.
Önleme aramasının sonucu arama kararı veya emri veren merci veya makama bildirilir. Ayrıca arama sırasında suç unsuruna rastlanılmışsa bununla ilgili özel olarak önleme araması tutanağı hazırlanır. Bu tutanakta adli arama tutanağında olduğu gibi arama kararının tarih ve sayısı, hâkim kararı yoksa verilmiş olan yazılı emrin tarih ve sayısı ile emri veren merci, aramanın yapıldığı yer, tarih ve saat, aramanın konusu, aranan kişinin kimlik bilgileri, adını söylemediği takdirde eşkâl bilgileri, arama yapılan yerin adresi, araçta arama yapılmışsa aramanın mevkii ve aracın bilgileri, aramanın sonuçları, elkonulan suç eşyası varsa buna ilişkin belirleyici bilgiler, aramada yakalanan kişiler varsa kimlik bilgileri, kimliği belirlenemiyorsa eşkâl bilgileri, arama sonucunda yaralanma veya maddî bir zarar meydana gelip gelmediği ve arama işlemini yapanların adı, soyadı, sicili ve unvanı hususları yer alır. Tutanak arama işlemine katılmış olanlar ve hazır bulunanlarca imzalanarak bir sureti ilgiliye verilir. Suç unsuruna rastlanmadığı durumlarda, aranan kişinin talebi hâlinde, kendisine arama kararı veya emrinin tarih ve sayısı, aramanın tarih ve saati, yeri, aranan şahsın ve arayan görevlinin kimlik bilgilerinin yer aldığı bir belge verilir.
Önleme araması niteliğinde sayılmayan idari denetimler için herhangi bir arama emir veya kararına gerek yoktur. Bir yerin faaliyeti bakımından uymakla yükümlü bulunduğu kurallara uygun olarak çalışıp çalışmadığının tespiti bakımından o yerde yapılan işlem bir denetlemedir. (Murat Aydın, Arama ve El Koyma, Seçkin, 2012, 2. Baskı, s.137) Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin “denetim yapılacak hâller” başlıklı 18. maddesinde kolluk tarafından kendiliğinden denetim yapılabilecek bu hâller gösterilmiştir. Bu kapsamda örneğin; umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin genel güvenlik ve asayiş yönünden denetimi, kimlik sorma, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre araçlarda bulunması gerekli belgeler ve eşyalarla ilgili yapılan denetimler, elektromanyetik aygıtlar ve dedektör köpekleri aracılığıyla yapılan tarama şeklindeki denetimler kolluk tarafından herhangi bir arama emir veya kararına gerek olmadan kendiliğinden yapılabilecektir. Önleme araması niteliğinde sayılmayan idari denetimler yönetmelikte sayılanlardan ibaret olmadığından daha pek çok özel kanunda ve düzenleyici işlemde idari denetimlere ilişkin hükümler yer almaktadır.
2559 sayılı PVSK’nda ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nde hâkimden arama kararı alınması gerekmeyen hâller gösterilmiştir. Buna göre; polisin, tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etme ve arama yetkisi bulunmaktadır. (PVSK m.9/7) Bunun dışında Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 25. maddesi uyarınca Devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun Ek 1. maddesi kapsamında bulunan, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaların, uçakların, gemilerin ve her türlü deniz ve kara taşıtlarının, giren çıkan yolcuların X-ray cihazından geçirilerek, gerektiğinde üstünün ve eşyasının aranması ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin, üstlerinin, araçlarının ve eşyalarının aranmasında, 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu’nun 11. maddesi kapsamında, kişilerin üstünün, eşyalarının Olağanüstü Hâl Valisinin emriyle aranmasında, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 3. maddesi kapsamında, konutların ve her türlü dernek, siyasî parti, sendika, kulüp gibi teşekküllere ait binaların, işyerlerinin, özel ve tüzel kişiliklere sahip müesseseler ve bunlara ait eklentilerin ve her türlü kapalı ve açık yerlerin, mektup, telgraf ve sair gönderilerin ve kişilerin üzerlerinin sıkıyönetim komutanının emriyle aranmasında, kanunların, muhafaza altına alınmalarına olanak verdiği kişilerin, üst veya eşyalarının aranmasında, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun çerçevesinde görevli kolluğun, aynı Kanun’un 79. maddesindeki silâh taşıma yasağı kapsamında, silâh taşıdığından şüphelenilen kişilerin üstlerinin ve eşyalarının aranmasında ayrıca bir arama emri ya da kararı gerekmeyecektir. Yine 2559 sayılı PVSK’nın 20. maddesi gereğince; bir hukuka uygunluk nedenine bağlı olarak yapılan aramalarda da örneğin imdat istenmesi veya yangın, su baskını ve boğulma gibi büyük tehlikelerin haber verilmesi veya görülmesi hâllerinde de arama emir veya kararına gerek olmayacaktır.
Öte yandan 2559 sayılı PVSK’nın 4/A maddesinde polise, kişileri ve araçları tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması hâlinde durdurma yetkisi verilmiştir. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 27. maddesinde bu yetkinin kullanılması için “umma” derecesinde makul şüphe aranmıştır.
2559 sayılı PVSK’nın suç tarihinde yürürlükte bulunan “Durdurma ve kimlik sorma” başlıklı 4/A. maddesi;
“Polis, kişileri ve araçları;
a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
Amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
Polis, durdurduğu kişiye durdurma sebebini bildirir ve durdurma sebebine ilişkin sorular sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir.
Durdurma süresi, durdurma sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan süreden fazla olamaz.
Durdurma sebebinin ortadan kalkması halinde kişilerin ve araçların ayrılmalarına izin verilir.
Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Ancak bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez…”,
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin suç tarihinde yürürlükte bulunan “Durdurma ve kontrol işlemleri” başlıklı 27. maddesi ise;
“Bir kişiyi geçici olarak durdurmak, yakalama sayılmaz; yakalama sayılması için kişinin fiilen denetim altına alınması gerekir. Denetim için araçların durdurulması da mümkündür.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için, ‘umma’ derecesinde makul şüphe bulunmalıdır. Kolluk görevlisi, tecrübesine dayanarak, izlediği davranışlarından, o kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda kanaat elde eder veya kişinin silâhlı olduğu ve hâlen tehlike yarattığı kanaatine varırsa kişi durdurulabilir.
Somut emarelerle desteklenen şüphe bulunmadan, süreklilik arzedecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma ve kontrol işlemi yapılamaz.
Sebebin oluşmasına veya şüpheye yol açan davranışları hakkında, durdurulan kişiye sorular yöneltilebilir. Kişi bu sorulara cevap vermekle yükümlü değildir. Durdurma yetkisinin kullanılmasına neden olan şüphe, yapılan açıklama ile ortadan kalkarsa, kişinin gitmesine engel olunmaz.
Durdurma üzerine aşağıdaki işlemler yapılır:
a) Durdurulan kişi üzerinde giysilerinden herhangi birisi çıkarılmaksızın, yoklama biçiminde bir kontrol yapılır. Bu işlem sonucunda, kişide silâh bulunduğu sonucunu çıkarmaya yeterli şüphe meydana gelirse, memur kendiliğinden silâh ve diğer suç eşyası araması yapabilir.
b)Yoklama suretiyle kontrol, kişinin cinsiyetinde bulunan görevli tarafından yapılır.
c) Yapılan kontrolün konusu ve sebepleri ilgiliye açıklanır.
d) Bir kişinin veya aracın durdurulma süresinin, şartlara göre makul olması ve kontrol için ayrılan süreyi aşmaması gerekir.
e) Yoklama suretiyle kontrol, kişiye en az sıkıntı verici şekilde yapılır.
f) Yapılan kontrolün neticesinde suça ilişkin iz, eser, emare ve delil elde edilirse, kişi yakalanır.
g) Uyuşturucu gibi belirli bir şeyin, kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa, daha geniş çaplı kontrol yapılabilir.
h) Yoklama suretiyle kontrol, kişinin veya aracın ilk durdurulduğu yerde veya o yerin yakınında, mümkün olduğu kadar başkalarının göremeyeceği tarzda yapılır. Başka yere götürülerek kontrol yapılamaz.
i) Makul sebebi oluştuğu takdirde, daha geniş kapsamlı kontrol yapılması için, kolluk aracından veya yakındaki kapalı bir yerden yararlanılabilir.
j) Kontrolden sonra talep üzerine olay yerinde derhâl bir tutanak düzenlenir.
Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir” şeklindedir.
Söz konusu düzenlemelerle kolluğa, koşulları oluştuğu takdirde kişi ve araçları durdurma ve yoklama biçiminde kontrol yapma yetkileri tanınmıştır. Yönetmeliğin 27. maddesinin (g) ve (i) fıkraları gereğince kollukça durdurulan kişinin herhangi bir yerinde uyuşturucu gibi belirli bir şeyin gizlendiği düşünülüyorsa veya makul sebep oluşmuşsa önleyici kolluk yetkisi dahilinde daha geniş kapsamlı kontrol yapma imkânı doğacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, kolluk gerekli tedbirleri alabilecek ancak bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılmasını isteyemeyecektir.
b. Adli Arama
Şüpheli ya da sanığın ya da delillerin yahut müsadere edilecek eşyaların ele geçirilmesi amacıyla yapılan araştırma işlemi olan adli arama, elkoyma ile birlikte 5271 sayılı CMK’nın 116-134, 2559 sayılı PVSK’nın 2, Ek 4, Ek 6, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 9 ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 5-17. maddelerinde düzenlenmiş olup Yönetmeliğin 5. maddesinde; “bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, işyerinde, kendisine ait diğer yerlerde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir” şeklinde tanımlanmıştır. (Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erden, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 10. Baskı, 2016, s.492, Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 12. Baskı, 2015, s. 400)
Arama tedbirine başvurulabilmesi için şu üç ön şartın birlikte bulunması gerekmektedir:
1- Gecikmede sakınca ya da tehlike bulunması,
2- Görünüşte haklılık,
3- Ölçülülük.
Arama tedbirinin ilk ön şartı gecikmede sakınca ya da tehlike bulunmasıdır. Bu şart hem arama tedbirine başvurulması hem de kim tarafından karar verilebileceğinin belirlenmesi bakımından önem arz etmektedir. Gecikmede sakınca ya da tehlike bulunması derhâl işlem yapılmadığı takdirde tedbirden beklenen faydanın elde edilemeyecek, ceza muhakemesinin gereği gibi ve amacına uygun biçimde yapılamayacak olmasıdır. Gecikmede sakınca bulunup bulunmadığını olayın özelliklerine göre tedbire karar vermeye yetkili mercii takdir edecektir.
Arama tedbirinin ikinci ön şartı ise görünüşte haklılıktır. Buna göre arama tedbirine ancak bir hakkın tehlikede olduğunu gösteren olaylar mevcut olduğu takdirde başvurulabilecektir. Hakkın bulunup bulunmadığının araştırılması zaman alacağından ve tehlike gecikmeye müsaade etmediğinden haklı görünüşle yetinilmek zorunludur. Bu bağlamda bir ihlal ya da suç işlendiği hususunda şüphe bulunmalıdır.(Buck/Almanya, 28.04.2005; Başvuru no:41604)
Arama tedbirinin üçüncü ve son ön şartı ölçülülüktür. Ölçülülük ilkesinin temel amaç ve işlevi, arama tedbirine muhatap olacak kişilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için kullanılacak kamu gücünü, hak ve özgürlükler lehine sınırlandırmak, müdahalelerde aşırılığa gidilmesini ve buna bağlı olarak doğabilecek mağduriyetleri önleyebilmektir. Dar anlamda ölçülülük de denilen orantılılık ise; tedbirin ilgililere “ölçüsüz bir yükümlülük” getirmemesini ve “katlanılamaz” nitelikte olmaması gerektiğini ifade etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da, Buck/Almanya (28.04.2005; Başvuru no:41604) ile Smirnov/Rusya (07.06.2007; Başvuru no:71362/01) kararlarında; yapılan müdahale ile izlenen meşru amacın orantılı olması gerektiği vurgulanmıştır.
Aramaya konu olabilecek yerler şüphelinin veya sanığın yahut diğer bir kişinin üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerlerdir. Adli aramanın günün her saatinde yapılması mümkün olmakla birlikte konutta, iş yerlerinde ve diğer kapalı yerlerde aramanın kural olarak gündüz yapılması gerekir. Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalar hariç, söz konusu yerlerde gece vakti arama yapılamayacaktır.
Arama kararı verilebilmesi için aramanın konusunu oluşturan kişi veya şeylerin, arama yapılacak yerde bulunduğu hususunda belli bir şüphenin olması gerekir. Kanun aranacak kişinin suçla ilgisine göre, bu şüphenin yoğunluğunu farklı şekillerde düzenlemiş ve suçla ilgisi olmayan kişiler nezdinde aramayı daha sıkı koşullara tâbi kılmıştır.
CMK’nın 116. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hâline göre şüpheli veya sanıkla ilgili yapılacak aramalarda arama sonunda şüpheli veya sanığın yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe bulunmalıdır. Makul şüphe Yönetmeliğin 6. maddesinde şöyle tanımlanmıştır;
“Makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir.
Makul şüphe, aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla birlikte olanların davranış, tutum ve biçimleri, kolluk memurunun taşındığından şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler gözönünde tutularak belirlenir.
Makul şüphede, ihbar veya şikayeti destekleyen emarelerin var olması gerekir.
Belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Arama sonucunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut bulunmalıdır.”
Bu düzenlemenin getirdiği en büyük yenilik, makul şüphe sebeplerinin somut olgulara dayanması gerektiğinin açıkça belirtilmesi ve arama sonucunda belirli bir şeyin bulunacağının veya belirli bir kişinin yakalanacağının öngörülmesi gerektiğidir.
Buna göre; soyut olarak belirli bir yerde suçluların yakalanma ihtimaline binaen adli arama kararı verilemez.
Örneğin; meydana gelen bir hırsızlık olayının soruşturması sırasında; olay öncesinde benzer şekilde hırsızlık yaptığı söylenen kişilerin soruşturma konusu olaya karıştıklarına, evlerinde bu suçun delillerinin bulunduğuna dair somut bir olgu yoktur ve bunlara yönelik şüphe, makul şüphe değildir.
Arama konusunda karar verecek merciye iletilecek raporda; makul şüpheyi açıklayan bilgiler, makul şüphe sebebinin ne olduğuna dair bilgi ve emareler, bilginin kaynağı, aranan şeyin veya kişinin ne olduğu, bir kişi veya şeyin aranmak istenen yerde olduğuna dair duyulan inancın nedenleri açıklanmalıdır. Aramanın kişi hak ve özgürlüklerine ciddi boyutta bir müdahale olduğu göz önüne alındığında makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin var olması ve belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Başka bir anlatımla, arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut olmalıdır.
CMK’nın 117. maddesi uyarınca, suç işleme şüphesi altında olmayan diğer kişilerin de üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya kendisine ait diğer yerleri, şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla aranabilecektir. “Diğer kişiler” kavramına tüzel kişiler ile resmi makam ve daireler de dahildir. Kişinin tanıklıktan çekinme hakkının bulunması da aramaya engel değildir. Maddenin ikinci fıkrasına göre diğer kişilerle ilgili arama yapılması, makul şüphenin yanı sıra aranılan kişinin veya suç delillerinin, belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak sağlayan olayların varlığına bağlıdır. Ancak bu sınırlama şüphelinin veya sanığın bulunduğu yerler ile izlendiği sırada girdiği yerler bakımından geçerli değildir.
Arama kararı veya emrinin belli bazı bilgileri içermesi zorunludur. (CMK m.119/2) Arama karar veya emrinde; aramanın nedenini oluşturan fiil, aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi, açıkça gösterilmelidir.
Arama kural olarak hâkim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile yapılabilecektir. Konutta, iş yerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile arama yapılması mümkündür. Ancak bazı durumlarda hâkim kararı ve yazılı arama emri bulunmasa dahi arama yapılabilecektir. Bu hâller olayın özelliğinden veya kanun hükmünün verdiği arama yetkisinden kaynaklanabileceği gibi arama emri almaya imkân bulunmaması nedenine de dayanabilir. Bu durumlarda kolluk görevlileri, bir arama kararı veya emri beklemeden arama yapmak, delilleri elde etmek ve failleri yakalamakla görevlidir.
Yakalama kişinin özgürlüğünü kısıtlayıcı bir koruma tedbiridir. Bu niteliği gereği üst arama işlemine göre daha geniş kapsamlı bir işlemdir. Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemleri düzenleyen CMK’nın 90/4. maddesi gereğince de, kolluk yakaladığı kişinin kaçmasını, kendisine ya da başkalarına zarar vermesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Bu bağlamda kişinin yakalanmasından sonra tedbir olarak kaba üst araması yapılabilir. Ayrıca karar alınmasına gerek olmayan bu arama işlemi, en kısa zamanda ve dikkatli bir biçimde elle yoklama şeklinde yapılmalıdır. Bu şekilde yapılan işlem diğer bir anlatımla yoklama bir arama değildir. Bu nedenle arama prosedürüne uyulmasına da gerek bulunmamaktadır. Ancak yapılan yoklamanın arama boyutuna ulaşmaması gerekir. (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 9. Baskı, 2017, s.305) Yakalanan kişinin üstündeki kıyafetlerin tamamen çıkarılması ve beden çukurlarının aranması ise mümkün değildir.
2559 sayılı PVSK’nın Ek 4. maddesinde “Polis, görevli bulunduğu mülki sınırlar içinde, hizmet branşı, yeri ve zamanına bakılmaksızın, bir suçla karşılaştığında suça el koymak, önlemek, sanık ve suç delillerini tesbit, muhafaza ve yetkili zabıtaya teslim etmekle görevli ve yetkilidir…”,
“Adlî görev ve yetkiler” başlıklı Ek 6. maddesinde “Polis, bu maddede yazılı görevlerinin yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer mevzuatta yazılı soruşturma işlemlerine ilişkin görevleri de yerine getirir.
Polis, bir suça ilişkin olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça ilişkin bilgileri yazılı hale getirir.
Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır.
Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhal Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar…” şeklindeki düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, edinilen bilgi, ihbar veya şikâyet üzerine ya da kendiliğinden suçla karşılaşan polisin, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için derhâl gerekli tedbirleri alması zorunludur. Gerekli tedbirler derhâl alınırken, tedbire başvurulmadığı takdirde ceza muhakemesinin amacına ulaşılamayacağı, yani delillerin kaybolması gibi bir sonucun ortaya çıkabileceği değerlendirilerek, işlemin yapılması esnasında haklı görünmesi ve ölçülülük ilkesine uygun olarak hareket edilmesi gerektiği dikkate alınmalıdır. Aksi durumda ise maddi gerçeğe ulaşma amacı tehlikeye girecek, mağdur ve sanık haklarının ihlali söz konusu olacaktır. Bu hâlde suçun işlendiği bilgisini alan kolluk, olay yerinde delillerin karartılmasını önleme yetki ve görevi kapsamında yakaladığı kişi ya da kişilerin kaba üst aramasını yapabilecek ve el koyduğu olayı, yakalanan kişi ya da kişiler ile uyguladığı tedbirleri en kısa zamanda Cumhuriyet savcısına bildirecektir.
Kanun; anayasal ilkelere uygun olarak yasama organınca yapılan nesnel ve gayri şahsi kurallardır. “Yönetmelik” Anayasamızın 124. maddesi gereğince; Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkardıkları yazılı hukuk kurallarıdır. Bu halde yönetmelikler kanunların uygulanma şeklini göstermek amacıyla kanunun sınırlarını genişletmemek şartıyla çıkarılabilir. Bu kapsamda aramanın usul ve esaslarını göstermek üzere Adalet Bakanlığı tarafından Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği çıkarılmıştır. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinin (a) ve (c) bentleri ile yine aynı maddenin (f) bendindeki “ilgilinin rızası ile” ibaresinin ve 27. maddesi ile 30. maddesinin 1. fıkrasının iptali istemiyle açılan davada, yönetmeliklerin kanuna aykırı olup olmadığını denetlemeye yetkili Danıştay Onuncu Dairesince 13.03.2007 tarih ve 6392-948 sayı ile Yönetmeliğin 8. maddesinin (a) bendindeki “…yakalanması amacıyla konutunda, işyerinde, yerleşim yerinde, bunların eklentilerinde ve aracında yapılacak aramada…” ibaresi, aynı maddenin (f) bendindeki “ilgilinin rızası” ibaresi ile 30. maddesinin 1. fıkrasının iptaline ve 8. maddesinin (c) bendi ile 27. maddesinin iptali isteminin reddine ilişkin verilen kararın temyizi üzerine inceleme yapan Danıştay İdari Dava Daireler Kurulu 14.09.2012 gün 2257-1117 sayı ile iptal kararlarının onanmasına karar vermiştir. Bu anlamda sözü edilen Yönetmeliğin 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanununa, 2803 sayılı Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununa, 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununa, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa, 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanuna, 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanuna, 5253 sayılı Dernekler Kanununa, 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanununa, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununa, 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine aykırı olmadığı, bu düzenlemeleri açıklayıcı ve uygulamaları kolaylaştırıcı nitelikte olduğu görülmektedir. Yönetmeliğin kamu düzeninin sağlanmasında ortaya çıkan sorunların çözümü için kanunlara aykırı olmamak şartıyla söz konusu kanunların uygulanmasını göstermek amacıyla çıkartılabileceği ve adli arama konusunda Adalet Bakanlığının idare hukuku kuralları çerçevesinde yönetmelikle düzenleme yetkisinin bulunduğu gözetildiğinde söz konusu Yönetmeliğin 8. maddesinin karar alınamadan yapılacak arama işlemini somut olgulara bağladığı ve kanuna aykırı olmadığı anlaşılmaktadır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin “Karar alınmadan yapılacak arama” başlıklı 8. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hali;
“a) Hakkında tutuklama kararı veya yakalama emri veya zorla getirme kararı bulunan kişi ile hakkında gıyabî tutuklama kararı verilen kaçak yakalandığında üstünde,
b) Hâkim kararı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile veya kolluk tarafından doğrudan yakalanan kişinin, kendisine, başkalarına veya yakalama işlemini yapan kolluk görevlilerine zarar vermesini önlemek amacıyla yapılacak kaba üst aramasında,
c) Gözaltına alınan kişinin, nezarethaneye konmadan önce yapılan üst aramasında,
d) Herhangi bir sebeple hukuka uygun şekilde yakalandıktan sonra kolluk güçlerinin elinden kaçmakta olan kişilerin veya işlenmekte olan veya henüz işlenmiş olan veya pek az önce işlendiğini gösteren belirtilerin olduğu suçun failinin yakalanması amacıyla takibi sırasında girdikleri araç, bina ve eklentilerinde yakalanması amacıyla yapılacak aramalarda,
e) 1) 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 17 nci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında, kaçak eşya, her türlü silâh, mühimmat, patlayıcı ve uyuşturucu maddelerin bulunduğu şüphe edilen her türlü kap, ambalaj veya taşımaya yarayan diğer araçlarda hemen yapılan aramalarda,
2) 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası kapsamında gümrük salonları ve gümrük kapılarında kaçak eşya sakladığından kuşkulanılan kişilerin gümrük kontrolü amacıyla gümrük görevlilerince aranmasında;
3) 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 18 inci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında, 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu gereğince belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden gümrük bölgesine girmek, çıkmak veya geçmek ve bu yerlerde rastlanacak kişi ve her nevi taşıma araçlarının yetkili memurlar tarafından durdurulmasında ve bu kişilerin eşya, yük ve üzerleri ile varsa taşıma araçlarının aranmasında,
f) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 24 üncü maddesindeki kanunun hükmü ve âmirin emrini yerine getirme, 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ve 26 ncı maddesindeki hakkın kullanılması ve diğer kanunların öngördüğü hukuka uygunluk sebepleri ve suçüstü hâlinde yapılan aramalarda, toplum için veya kişiler bakımından hayatî tehlikeyi ortadan kaldırmak amacıyla veya kapalı yerlerden gelen yardım çağrıları üzerine, konut, işyeri ve yerleşim yeri ile eklentilerine girmek için” şeklinde olup bu durumlarda arama kararı alınmasına gerek yoktur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kolluk görevlilerinin, 30.04.2011 tarihinde saat 21.05 sıralarında gerçekleştirdikleri devriye görevi sırasında Şifa Mahallesi, Aydın Sokak içerisindeki boş arazide üç erkek şahsı görüp kontrol etmek amacı ile yanlarına gittikleri, aranan kişilerden olmadıkları tespit edilen şahıslardan sanık …’nın üzerinde yapılan kotrölde deri montunun sağ ön cebinde beyaz kâğıda sarılı toplam 20 paket hâlinde suç konusu uyuşturucu maddenin ele geçirildiği olayda;
2559 sayılı PVSK’nın Ek 4. maddesi uyarınca, bir suçla karşılaştığında hizmet branşına bağlı olmaksızın suça el koymak ve delilleri tespit edip, muhafaza altına almak ile görevli ve yetkili olan kolluk görevlilerinin, gerçekleştirdikleri devriye görevi sırasında, geceleyin saat 21.05 sıralarında boş arazide beklemekte olan üç erkek şahsın durumlarından şüphelenmeleri üzerine, mesleki tecrübelerine ve içinde bulundukları durumdan çıkardıkları izlenimden kaynaklanan makul sebebe dayalı olarak şahısları durdurma ve şahıslara müdahalede bulunma hak ve gerekliliğinin ortaya çıktığı, PVSK’nın 4/A maddesinin verdiği yetkiye dayalı olarak alınması gereken tedbirler kapsamında, kaçmalarını, kendilerine veya başkalarına zarar vermelerini önlemek ve silah ya da tehlike oluşturan diğer bir eşyadan arındırmak amacıyla şahısların üzerleri yoklama biçiminde kontrol edildiğinde, sanık …’ın deri montunun sağ ön cebinde suç konusu uyuşturucu maddelerin ele geçirildiği, belirtilen sakıncaların önlenmesi için yakalanan sanığın kontrol edilmesinin zorunlu olması nedeniyle görevlilerce gerçekleştirilen yoklamanın arama işlemi olarak değerlendirilemeyeceği, işlendiği iddia edilen suça ilişkin yeterli bilgiye sahip olmayan kolluk tarafından yapılan çalışmaların geldiği aşama da dikkate alındığında, CMK’nın 116 ve devamı maddeleri uyarınca arama kararı ya da yazılı arama emri ile bunların talebini gerektirecek bir durumun söz konusu olmadığı gibi araştırılmasına da gerek bulunmadığı, görevlilerce sanık …’ın üzerinin kontrol edilmesinin önleyici nitelikte bulunduğu, adli nitelik taşımadığı, gerçekleştirilen kontrollerin haklı ve ölçülü olduğu, önceden alınmış hiçbir istihbari bilgi ya da ihbar olmaksızın devriye görevini gerçekleştiren görevlilerin işlenmekte olan bir suçla, diğer bir anlatımla “suçüstü” hâli ile karşılaşması nedeniyle, CMK’nın 90/4. maddesi ile PVSK’nın 13/1-A ve Ek 6. maddelerinin verdiği yetkiye dayanarak, suç delillerinin kaybolmaması için derhâl gerekli tedbirleri alıp uyuşturucu maddeleri muhafaza altına aldıktan sonra, uyguladıkları tedbirler ile somut olay hakkında Cumhuriyet savcısına bilgi verdikleri ve müteakiben emirleri doğrultusunda soruşturma işlemlerinin sürdürüldüğü, yine PVSK’nın Ek 6. maddesini açıklayıcı nitelikte olan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 8. maddesinin (f) bendindeki düzenlemeye göre de; suçüstü hâlinde arama emri ya da karar alınmasına gerek bulunmadığı, dolayısıyla suçun delili ve konusunu oluşturan uyuşturucu maddelerin ele geçirilip muhafaza altına alınmasının hukuka uygun olduğu ve hukuka aykırı bir delilden söz edilemeyeceği anlaşıldığından, Özel Daire bozma kararında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 20. Ceza Dairesinin 12.10.2017 tarihli ve 8559-5109 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 20. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

Uyuşturucu denetimli serbestlik uyulmaması üzerine mahkûmiyet

“İçtihat Metni”

Mahkeme : Sulh Ceza Mahkemesi
Suç : Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
Hüküm : Tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uyulmaması üzerine mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :
Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipi ile aşağıda belirtilenin dışında yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Olay tutanağı içeriği ile dosyadaki diğer bilgi ve belgelere göre, aleyhinde yeterli ve kesin delil bulunmadığı aşamada, kendisinde herhangi bir uyuşturucu ya da uyarıcı madde ele geçirilemeyen, suç tarihinde uyuşturucu veya uyarıcı madde kullandığı teknik yöntemlerle de saptanmayan sanık hakkında araç içerisinde bulunan uyuşturucu maddeyi diğer sanıklarla beraber içtiklerini söyleyerek suçunun ortaya çıkmasına hizmet ve yardım etmesi sebebiyle TCK’nın 192/3. maddesinde öngörülen etkin pişmanlık hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi;
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 18/06/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Uyuşturucu Ticareti Suçu Usulsuz Delil Ev Araması

Uyuşturucu madde ticareti suçunda usulsuz ve izinsiz ev araması sonucunda elde edilen delillerin hukuki durumu çok önemlidir. Bu yazımızda Yargıtay bu hususa yönelik bir karar vermiştir. Her suçta olduğu gibi ceza avukatlarının en başta dikkat ettiği hususlardan biridir elde edilen delillerin hukuka uygunluğu.. bu haliyle hukuka aykırı elde edilen delillere dayanarak verilen hükümler bozma sebebidir. Detaylı bilgiye https://www.tevfikyildirim.av.tr/ sitesinden ulaşabilirsiniz.

20. Ceza Dairesi         2017/1735 E.  ,  2019/5128 K.
“İçtihat Metni”
Mahkeme : İZMİR 2. Ağır Ceza Mahkemesi
Karar Tarihi – Numarası : 13/05/2014 – 2013/437 esas ve 2014/170 karar
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma, suç delillerini yok etme, gizleme, değiştirme
Hükümler : Mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Oluş ve dosya içeriğine göre, suç tarihinde polislerin rutin devriye görevini ifa ettikleri sırada sanık …’nın, ikametinin pencerisindeki sanık …’den bir şeyler aldığı sırada devriye ekibini fark etmesi üzerine elindeki poşeti ikamet kapısının önünde oturan sanık … Demir’e doğru attığı ve sanık … Demir’in de belirtilen poşeti ikametin açık olan kapısından içeri attığı, sanık … Demir’in çantasından düşen anahtarla söz konusu ikametin kapısının zor kullanılarak açıldığı, ikametin kapısı açıldığında içeride saçılmış şekilde tabletlerin bulunduğu ve ikamette bulunan sanık …’in elindeki iki adet poşette esrar ve AM2201 içerir maddelerin ele geçtiğinin anlaşılması karşısında, dosya kapsamında sanık …’in ikametinde arama yapılmasına ilişkin CMK’nın 116-119. maddeleri uyarınca düzenlenmiş yazılı adli arama emri ya da adli arama kararı bulunması gerektiğinden sanığın ikametinde arama yapılmasına ilişkin olarak CMK’nın 116-119. maddeleri uyarınca adli arama kararı ya da yazılı adli arama emri bulunup bulunmadığının araştırılması, varsa aslı veya onaylı örneğinin getirtilmesi, sonucuna göre ev aramasında ele geçirilen uyuşturucular yönünden sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, sanıklar Nuran, Hasan ve sanık … müdafiin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, sair yönleri incelenmeksizin CMUK’nın 321. maddesi gereğince hükümlerin BOZULMASINA,
07/10/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kasten Adam Öldürmeye Teşebbüs Maddi ve Manevi Tazminat Davası

Kasten öldürmeye teşebbüs suçu ceza yargılamalarının bir diğer tarafı da hukuk davasıdır. Mağdurun yaşadığı maddi ve manevi tazminat kayıplarının talep edildiği bu davalarda kişinin suç fiilinden ötürü yaşadığı kayıpların yanı sıra fonksiyon kaybı da dikkate alınarak hukuki  işlem tesis edilir. makalelerin tamamına https://www.tevfikyildirim.av.tr/ sitesinden ulaşabilirsiniz. Bu yazıda kasten adam öldürmeye teşebbüs suçuna ilişkin yargıtay kararlarına yer verdik.

4. Hukuk Dairesi 2017/3739 E. , 2019/3779 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 16/09/2010 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 15/03/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince;Dava, kasten öldürmeye teşebbüs nedeniyle maluliyet tazminatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Davacı vekili, davalının olay tarihinde av tüfeği ile müvekkiline öldürme kastı ile ateş ederek yaralanmasına sebep olduğunu, kasten öldürmeye teşebbüs mahiyetindeki bu olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda davalının cezalandırılmasına karar verildiğini ve hükmün kesinleştiğini, bu yaralanma nedeniyle davacının hayati tehlike geçirdiğini, Kocaeli Devlet Hastanesinden alınan özürlü sağlık raporunda tüm vücudunda %20 fonksiyon kaybı olduğunun tespit edildiğini belirterek maddi ve manevi zararının davalı tarafından tazmin edilmesini talep etmiştir.Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunca davacının %39 oranında tespit edilen maluliyeti kapsamında bilirkişi tarafından hesaplanan işgöremezlik tazminatı üzerinden davacının haksız tahrikinin de bulunduğu gözetilerek %33 oranında indirim yapılmasının uygun olacağı, manevi tazminat istemi yönünden de olayın oluş şekli ve suçun haksız tahrik altında işlenmesi gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosyanın incelenmesinde; davacının olay tarihinde kaynak işçisi olduğunu beyan ettiği, kaynakçı olarak çalıştığına istinaden bir bonservisi dosyaya ibraz ettiği, söz konusu bonserviste işe başlangıç tarihi olarak 1985, işten ayrılış tarihi olarak 1995 yıllarının gösterildiği, bir kısım davacı ve davalı tanıklarınca kaynakçı olarak çalıştığına ilişkin beyanların bulunduğu, Sosyal Güvenlik Kurumundan temin edilen davacıya ait kayıtlarda kaynakçı olarak çalıştığına dair bir bilginin bulunmadığı, ayrıca olay tarihi olan 07/06/2002 tarihi itibariyle herhangi bir çalışma kaydının da tespit edilemediği, ancak mahkemece … Metal İş ve Madeni Sanatkarlar Esnaf Odası ile … Bilumum Madeni Eşya
Esnaf ve Sanatkarları Odası Birliğinden kaynakçı mesleğine ait emsal ücretlerin talep edildiği ve hükme esas alınan 16/10/2015 tarihli bilirkişi raporunda anılan iki meslek odasınca verilen emsal ücretlerin ortalaması alınarak hesap yapıldığı, bu emsal ücret doğrultusunda maluliyet tazminatının hesaplandığı anlaşılmaktadır.
Şu durumda; maddi tazminat hesabında davacının olay tarihinde sürekli çalıştığı bir işi olup olmadığı araştırılmadan ve bilirkişi raporunda tazminat hesabına esas alınan ücretin, asgari ücret miktarından ayrılma nedeni delilleriyle birlikte gösterilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) nolu bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, davalının diğer temyiz itirazlarının ilk bentte gösterilen sebeplerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 03/07/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.


4. Hukuk Dairesi         2018/3854 E.  ,  2019/3810 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki kasten öldürmeye teşebbüs ve yağma nedeni ile maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yerel mahkemece verilen gün ve sayısı yukarıda yazılı kararın; Dairemizin 19/03/2018 gün ve 2017/3057-2018/1978 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalılar vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla HUMK’un 440-442. maddeleri uyarınca tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.6100 sayılı HMK’nın 341 maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar, HMK 361 ve 362 maddelerinde de temyiz edilebilen ve temyiz edilemeyen kararlar belirlenmiştir.Mahkemece karar düzeltme incelemesi için gönderilen dava dosyasında verilen karar, Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra verilmiş olup, karar tarihi itibariyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’da istinaf ve temyiz dışında başkaca bir olağan kanun yolu düzenlenmemiştir.
6100 sayılı HMK’da ve başka özel yasalarda düzenlenmeyen kanun yolu incelemesi yapılması mümkün bulunmadığından davalılar vekilinin karar düzeltme istemli dilekçesinin reddi gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin karar düzeltme istemli dilekçesinin REDDİNE ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 04/07/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Hırsızlık Suçu Yargıtay Kararları


Yağma yani gasp suçları suç itibariyle asliye cezalarında görülen temel halleri, suçun nitelikli halleri gerçekleştiğinde ağır ceza mahkemelerinde yargılamaları yapılır. Bu sebeple ceza avukatı veya ağır ceza avukatından mutlak yardım alınması gerekmektedir.

Yağma suçuyla alakalı detaylı makalelere https://www.tevfikyildirim.av.tr/ bizzat hırsızlık suçu yazıları için ise linklerden ulaşabilirsiniz.

18. Ceza Dairesi         2017/7450 E.  ,  2019/12126 K.

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : İşyeri dokunulmazlığının ihlali
HÜKÜM : Düşme

KARAR

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- 06/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla TCK’nın 142/4. maddesine eklenen fıkra hükmü uyarınca, suç tarihine göre hırsızlık suçu ile birlikte işlenen iş yeri dokunulmazlığını ihlal suçunun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete ve uzlaşmaya tabi olmadığı gözetilmeden, şikayet yokluğundan bahisle, kamu davasının CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilmesi,
2- Mahkemeye gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamayacağına ilişkin temel kuralın istisnalarından biri olarak düzenlenen CMK’nın 193/2. maddesinin, dosyada mevcut deliller kapsamında yapılacak incelemede, sanığa yüklenen fiilin suç oluşturmayacağının açıkça anlaşılması durumunda uygulanabilmesi ve somut olay bakımından ise böyle bir durumun söz konusu olmaması karşısında, sanığın yöntemince sorgusu yapıldıktan sonra hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, anılan maddeye yanlış anlam yüklenerek, yazılı şekilde karar verilmesi,
Kanuna aykırı ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 12/09/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


18. Ceza Dairesi         2019/6567 E.  ,  2019/12036 K.

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Konut dokunulmazlığını ihlal etme
HÜKÜM : Mahkumiyet

KARAR

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Konut dokunulmazlığını ihlal etme suçunun, suç tarihine göre uzlaştırma kapsamında bulunmayan hırsızlık suçuyla birlikte işlendiği iddia edildiğinden, CMK 253/3. maddesine göre uzlaştırma kapsamında bulunmadığı, ancak yapılan yargılama neticesinde sanığın hırsızlık suçundan beraat etmesi nedeniyle konut dokunulmazlığını ihlal etme suçundan uzlaştırma işlemi yapılması gerekliliğinin ortaya çıkması karşısında; taraflara yöntemine uygun olarak uzlaşma önerisinde bulunulması ve sonucuna göre suça sürüklenen çocuğun hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş ve suça sürüklenen çocuk …’in temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak, başkaca yönleri incelenmeksizin, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 11/09/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


Ceza Genel Kurulu         2018/273 E.  ,  2019/507 K.
“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 17. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 235-879

Sanık … hakkında karşılıksız yararlanma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu kabul edilerek, sanığın TCK’nın 141/1, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 30.10.2014 tarihli ve 235-879 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Ceza Dairesince 29.11.2017 tarih ve 2980-14804 sayı ile;
“TCK’nın 163/3. maddesinde ‘Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi hâlinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.’ denilmekle, suça konu olayda abonelik esasına göre yararlanılan elektrik kullanımı olmadığından yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223/2 (a) maddesi gereğince beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,
Daire Başkanı M. K. Semercioğlu ve Daire Üyesi …; “Sanığın, ikamet ettiği apartmanın ortak kullanımına ait merdiven boşluğundaki koridor lambasından kablo çekmek suretiyle evine elektrik bağlayarak kendi evinde bu şekilde temin ettiği elektrik enerjisini kullandığı, bina yöneticisinin eylem sebebiyle şikâyetçi olduğu ve rızasının olmadığı konusunda tereddüt yoktur.
Konumuz bu eylemin suç teşkil edip etmeyeceği, suç teşkil edeceği düşünülürse hangi suçu oluşturacağıdır.
5237 sayılı Kanun’un 141/2. fıkrası ‘(2) Ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de mal sayılır.’ şeklinde iken, bu hüküm 05.07.2012 tarihli ve 28344 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
6352 sayılı Kanun’un 83. maddesi ile de TCK’nın 163. maddesine ‘3. fıkra olarak’ ‘Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi hâlinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.’ fıkrası eklenmiştir.
TCK’nın 163/3. fıkrası ile elektrik enerjisini abonelik yoluyla satma yetkisine sahip olan elektrik dağıtım şirketlerinin tasarruf alanına yönelik eylemler düzenleme konusu yapılmış, ülkemizde yaygın olan bu tür eylemler bir yönden yüz kızartıcı suç olmaktan çıkarılmış, bir yandan da amacın, tüketilen enerjinin bedelinin vergisiyle tahsili olduğu açıkça ortaya koyulmuştur.
Bu değişiklik sonrasında elektrik dağıtım şirketlerinin belirlediği usule uygun olarak abone olmak suretiyle bedelini ödeyerek veya bu usullere aykırı olarak dağıtım şirketlerinin tasarrufunda bulunan elektrik enerjisini kullanan gerçek ve tüzel kişilerin elektrik hatlarına, bu kişilerin rızası olmadan saplama yaparak kullanan ve bu suretle yarar sağlayan kimselerin eylemlerinin hukuki niteliğinin ne olacağını belirlemek gerekecektir.
Bu şekilde gerçekleşen eylemde rıza olmadan kullanılarak yarar sağlanan elektrik enerjisinin TCK’nın 141/1. fıkrasında belirtilen ve hırsızlık suçunun konusunu oluşturan ‘taşınır bir mal’ olup olmadığına bakmak gerekir.
TCK’nın 141/2. fıkrasının 6352 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılması elektrik enerjisini taşınır bir mal olmaktan çıkarmış mıdır?
Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş ancak başka kanunlarda da içerik ve niteliği düzenleme konusu yapılmış konularda, içerik ve niteliğin tespiti amacıyla kavram ve müesseselerin düzenlendiği temel kanunlara bakılması gerektiği aşikardır. Örneğin; paydaş (elbirliği) hakkında TMK’nın 688. ve 701. maddesi; sahipsiz mallar hakkında TMK’nın 767. maddesi; zilyedin kim olduğu hakkında TMK’nın 973. maddesine başvurduğumuz gibi, Ceza Kanunu’nun 141. maddesinde geçen taşınır mal kavramının içerik ve niteliğinin tespiti için de TMK’nın 762. maddesine bakmak gerekecektir.
Taşınır mal konusu temel kanunlardan olan Medeni Kanun’un 762. maddesinde ‘Taşınır mal mülkiyetinin konusu, nitelikleri itibarıyla taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçlerdir.’ şeklinde düzenlenmiştir. Sorumuzun cevabını TCK’nın mülga 141/2. fıkrasında değil taşınır maldan ne anlaşılması gerektiğini düzenleyen TMK’nın 762. maddesinin son kısmında yer alan ‘…Edinmeye elverişli olan …. Doğal güçler’ kavramında aramak gerekecektir.
Bu konudaki doktrindeki görüşlere göre;
Bunlar edinmeye (temellüke) elverişli olmalıdır. Bundan maksat, kişilerin hâkimiyet altına alarak yararlanabilme imkanıdır. Elektrik enerjisi de bu niteliktedir. TMK bu düzenleme ile taşınır mal kavramına ikinci bir tür olarak doğal güçleri de sokmaktadır. Ancak birinci türdeki maddi mallarda taşınır mal niteliği, bunların doğal yapıları icabı mevcutken; elektrik, su, atom ve radyoaktif enerjisi gibi doğal güçlerde bu nitelik kanundan doğmaktadır. İstenilen maksat dahilinde kullanılabilen ve gayrimenkule dahil olmayan tabi kuvvetler menkul eşya hükmünde kabul edilmektedir. TMK’nın 762. maddesi doğal güçlerin sosyal ve özellikle teknik bakımdan taşıdıkları önemi dikkate alarak onları düzenlemek istenmiş ve TMK’nın 762. maddesindeki hüküm bu sebeple getirilmiştir.
Enerjinin de ekonomik değeri vardır. Onun için kanun koyucu ekonomik değeri olan tabi kuvvetler- doğal güçler üzerinde mülkiyet hakkının kurulabileceğini kabul etmekle, hak sahibine ayni haklara benzer bir tasarruf ve koruma imkanı sağlamış olmaktadır.
Sonuç olarak Türk Medeni Kanunu’nun 762. maddesi ile doğal güçler ve doğal güçlerden olduğu doktrinde açıkça kabul edilen elektrik enerjisi taşınır mal niteliğinde olup bu hâlde elektrik enerjisinin TCK’nın 141/1. ve 142. maddelerinde koruma altına alınan taşınır mallara yönelik suçun da konusunu oluşturacağı açıktır.
Bu bilgiler ışığında;
1- Elektrik enerjisinin abonelik esasına göre yararlanılabilen hâline yönelik eylemlerde Türk Ceza Kanunu’ndaki özel düzenleme olan 163/3. fıkrası gereği ‘karşılıksız yararlanma’ suçunu,
2- Bir gerçek veya tüzel kişinin istediği maksat dahilinde kullanılabilecek şekilde hak ve tasarruf alanına girmiş abonelik esasına göre yararlanma imkanı olmayan hâline yönelik eylemlerde ise elektrik enerjisinin taşınır mal niteliği sebebiyle TCK’nda düzenlenen hırsızlık suçunu ve işleniş şekline göre de bu suçun basit veya nitelikli hâlini oluşturacaktır.
UYAP ortamında bu eylemlere yönelik karar araştırmasında 13. Ceza Dairesinin, eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağı; 2. Ceza Dairesinin ise eylemin suç oluşturmayacağı yolunda kararlarının olduğu, uygulama birliğinin olmadığı tespit edilmiştir.
Açıklanan sebeplerle eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağı,” açıklamasıyla karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.03.2018 tarih ve 42145 sayı ile;
“… Konuya ilişkin Yargıtay uygulamasına baktığımızda;
Yargıtay 13. Ceza Dairesi 10.12.2014 tarihli ve 30057-5164 sayılı ilamında;
‘…Hırsızlık eylemi, failin, zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almasıdır. Hırsızlık suçunun konusu ise taşınır bir maldır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 762. maddesine göre taşınır mülkiyetinin konusu, nitelikleri itibarıyla taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçlerdir. Her ne kadar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 141/2. maddesi 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasa’nın 105/5-a maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ise de; Türk Medeni Kanunu kapsamında elektrik ‘doğal güç’ kavramı kapsamı içerisinde taşınır mal niteliğindedir ve bu nedenle abonelik esasına dayanmayan elektrik enerjisi hırsızlık suçunun konusunu oluşturmaktadır. Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisi ise karşılıksız yararlanma suçunun konusunu oluşturmaktadır.
Somut olayımızda da sanığın, müştekinin evine girerek balkonundaki prizden kablo ile sayaçtan geçen elektriğini aldığı, suçun konusunun bir yerden bir yere aktarılabilir özellikteki enerji olduğu ve bu şekildeki eylemin bina içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden kanıtların takdirinde ve suçun nitelendirmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi,’ isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay 13. Ceza Dairesi 19.11.2014 tarihli ve 20242-32477 sayılı ilamında;
‘…Somut olayımızda sanığın, müştekinin iş yerine kablo bağlantısı yaparak izni olmaksızın sayaçtan geçen elektriğini aldığı, suçun konusunun bir yerden bir yere aktarılabilir özellikteki enerji olduğu ve bu şekildeki eylemin bina içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden hükümlülüğü yerine, kanıtların takdirinde yanılgıya düşülerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde beraatına karar verilmesi,’ isabetsizliğinden hükmü bozmuştur.
Yine Yargıtay 13. Ceza Dairesi 09.07.2014 tarihli ve 8008-24124 sayılı ilamında;
‘…Somut olayımızda sanığın, müştekinin iş yerine kablo bağlantısı yaparak izni olmaksızın sayaçtan geçen elektriğini aldığı, suçun konusunun bir yerden bir yere aktarılabilir özellikteki enerji olduğu ve bu şekildeki eylemin bina içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden hükümlülüğü yerine, kanıtların takdirinde yanılgıya düşülerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde beraatına karar verilmesi,’ isabetsizliğinden hükmü bozmuştur.
Yargıtay 2. Ceza Dairesi ise 2015/14039 esas, 2015/20104 karar sayılı ilamında; ‘Sanığın Turkcell baz istasyonunun bulunduğu apartmanın giriş kısmında bulunan ve baz istasyonununa bağlı olan elektrik panosundan kaçak kablo çekmesi ve iş yerinin reklam tabelasını aydınlatması şeklinde gerçekleşen eyleminde; sanık ile katılan şirket arasında 5237 sayılı TCK’nın 163/3. maddesinde belirtildiği şekilde abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisi kullanımı söz konusu olmadığı gibi, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile TCK’nın 141/2. maddesindeki ‘ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de taşınır mal sayılır.’ hükmünün de yürürlükten kaldırıldığı dikkate alındığında, sanığın eyleminin hukuki ihtilaf niteliğinde olduğu gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde karar verilmesi,’ isabetsizliğinden hükmü bozarak farklı bir sonuca ulaşmıştır.
Doktrinde de, eşya hukuku alanında elektrik enerjisi ‘doğal güç’ dolayısıyla ‘mal’ kavramı içerisinde mütalaa edilmektedir.
Bu sebeplerle; Özel Dairenin sayın çoğunluğunun, eylemin hukuki ihtilaf oluşturduğu gerekçesine dayanan bozma kararına karşı Yüksek Ceza Daireleri arasında içtihat birliğinin sağlanması zarureti de gözetilerek eylemin basit hırsızlık suçunu oluşturduğu ancak bu suçun da uzlaşma kapsamında kaldığı,” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 09.04.2018 tarih ve 2096-4906 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın eyleminin suç oluşturup oluşturmadığı ve bu suçun hukuki niteliğinin belirlenmesi,
2- Eylemin basit hırsızlık suçunu oluşturduğunun kabul edilmesi hâlinde ise 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma kapsamında kalıp kalmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya içeriğinden;
Kaçak ve usulsüz elektrik tespit tutanağında; gelen bir ihbar üzerine Hurma Mahallesi 272. Sokak Mehmet Kaşıkçı Apartmanı Daire: 13 sayılı ikamette yapılan kontrolde, binanın ortak kullanımına ait merdiven aydınlatma lambasından usulsüz olarak seyyar kablo bağlanmak suretiyle elektrik tüketimi yapıldığının tespit edilerek kablonun sökülüp harici hattın iptal edildiği, kaçak elektrik kullanan ikamete ait sayacın aboneliğinin bulunmaması nedeniyle daha önceden elektriğin kesilerek mühürlenmiş olduğu bilgilerine yer verildiği,
Görgü tespit tutanağında; apartmanın üçüncü katının merdiven boşluğunda bulunan aydınlatma lambasına beyaz renkli bir kablo bağlandığı, kablonun diğer ucunun 13 numaralı dairenin giriş kapısının altından daire içine girdiğinin belirtildiği,
Anlaşılmıştır.
Katılan aşamalarda; kaçak tutanağının düzenlendiği apartmanda site yöneticisi olarak görev yaptığını, bina sakinlerinin kendisini arayarak apartmanda kaçak elektrik kullanımı olduğunu söylediklerini, bunun üzerine binanın üçüncü katının merdiven boşluğunda bulunan koridor lambasından 13 numaralı daireye kablo çekildiğini tespit ettiğini, sanığın kullandığı kaçak elektrik bedeli olan 472 TL’yi ödemeden 2014 yılının Ocak ayında apartmandan ayrıldığını, bu bedeli site yönetiminin ödemek zorunda kaldığını beyan etmiş,
Sanık aşamalarda; bahse konu yerde Murat Ürküp isimli arkadaşı ile birlikte 2013 yılının Temmuz ayından itibaren oturmaya başladığını, daha sonra arkadaşının evden ayrıldığını, evin kirasının ödenmemesi nedeniyle ev sahibi tarafından elektrik ve suyun kesildiğini, bunun üzerine kendisinin apartman boşluğundan kablo çekmek suretiyle evine elektrik bağladığını, ertesi gün görevlilerin gelerek tutanak düzenlediklerini, bu tarihten sonra kaçak elektrik kullanmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle karşılıksız yararlanma suçunun Türk Ceza Kanunlarındaki tarihsel gelişimi, 6352 sayılı Kanun ile hırsızlık suçunda yapılan değişikliklerin karşılıksız yararlanma suçuna etkisi ve kanun koyucunun bu düzenlemelerdeki amacının ne olduğunun tespiti gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinden önce yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ilk hâlinde karşılıksız yararlanma eylemleri suç olarak düzenlenmemişti. Örneğin, sahibinin rızası olmaksızın başkasının telefon hattına saplama yapmak suretiyle faydalanma fiillerinin suç olduğuna ilişkin Kanunda bir düzenleme bulunmamaktaydı. Ancak bu tür eylemler uygulamada, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 06.04.1990 tarihli ve 2-3 sayılı kararı doğrultusunda hırsızlık suçu kapsamında değerlendirilmekteydi. Daha sonra 06.06.1991 tarihli ve 3756 sayılı Kanun ile “Karşılıksız yararlanma suçları” başlığı altında 765 sayılı TCK’ya 521/a ve 521/b maddeleri eklenmek suretiyle yasal boşluk doldurulmaya çalışıldı.
765 sayılı TCK’nın “Karşılıksız yararlanma suçları” başlığını taşıyan 521/a maddesi;
“Ödeme yeteneği olmadığını bildiği hâlde;
1- Ücreti karşılığı hizmet veren pansiyon, otel ve han gibi geçici ikamete tahsis edilmiş yerlerde kalan,
2- Ücreti karşılığı hizmette bulunan lokanta ve benzeri yerlerde yiyip içen,
3- Taksi ve benzeri ulaşım araçlarında kendisini bir yerden diğer bir yere taşıtan,
Ve ödemede bulunmayan kimseye onbeş günden üç aya kadar hapis ve borçlu olunan miktarın on katı kadar ağır para cezası verilir.
Bu maddedeki suçların kovuşturması şikâyete bağlıdır.”
Aynı Kanun’un 521/b maddesi ise;
“Ancak bedeli ödendiği takdirde hizmet elde edilebilecek otomatik aletlerden, ödeme yapmadan yararlanan kimseye, fiil daha ağır bir suçu oluşturmadığı takdirde onbeş günden üç aya kadar hapis veya yüzbin liradan beşyüzbin liraya kadar ağır para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmişti.
765 sayılı TCK’nın ilk hâlinde kaçak elektrik kullanımı da açıkça suç olarak öngörülmemişti.
765 sayılı TCK’nın “Hırsızlık” başlığını taşıyan 491. maddesinin birinci fıkrası;
“Her kim, diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alırsa altı aydan üç seneye kadar hapsolunur.” düzenlemesini taşımakta iken 765 sayılı TCK’nın 491. maddesinde, aynı zamanda karşılıksız yararlanma suçuna ilişkin düzenlemenin de getirildiği 3756 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ve elektrik hırsızlığı suç olarak düzenlenmiştir. Yapılan bu değişiklik ile 491. maddeye “Ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de taşınabilir mal sayılır.” ibaresi ikinci fıkra olarak eklenmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 141. maddesinde ise abonelik esasına göre yararlanılan su ve elektrik enerjisine karşı gerçekleştirilen eylemler;
“1- Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
2- Ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de, taşınır mal sayılır.”,
Aynı Kanun’un 142. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde;
1- Hırsızlık suçunun;

f) Elektrik enerjisi hakkında,

İşlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde hırsızlık suçu olarak düzenlenmişken 05.07.2012 tarihli ve 28344 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 105. maddesi ile TCK’nın 141. maddesinin ikinci fıkrası; 82. maddesi ile de 142. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu itibarla; 6352 sayılı Kanun sonrası abonelik esasına göre yararlanılabilen enerjinin hırsızlık suçunun konusunu oluşturabileceğini söylemek mümkün değildir.
5237 sayılı TCK’nın “Karşılıksız yararlanma” başlığını taşıyan 163. maddesi ise;
“1- Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanan kişi, iki aydan altı aya kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.
2- Telefon hatları ile frekanslarından veya elektromanyetik dalgalarla yapılan şifreli veya şifresiz yayınlardan sahibinin veya zilyedinin rızası olmadan yararlanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” şeklinde iken 6352 sayılı Kanun’un 83. maddesi ile de 5237 sayılı TCK’nın 163. maddesine; “Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi hâlinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki üçüncü fıkra eklenerek abonelik esasına göre yararlanılan su ve elektrik enerjisine karşı gerçekleştirilen eylemlerin karşılıksız yararlanma suçu kapsamında kaldığı belirtilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın karşılıksız yararlanma suçunun düzenlendiği 163. maddesinin gerekçesinde;
“Madde metninde karşılıksız yararlanma suçu tanımlanmıştır. Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanmak, karşılıksız yararlanma suçunu oluşturmaktadır. Otomatlar aracılığı ile satışa sunulan hizmetlerden, otomatın teknik işleyişini devre dışı bırakan müdahalelerle, bedeli ödenmeksizin yararlanılması durumunda, ortada bir taşınabilir mal bulunmadığı için, hırsızlık suçu oluşmayacaktır. Örneğin, toplu taşıma sistemlerinde yolcuların geçişlerini kontrol eden otomatlara müdahale edilmek suretiyle ücret ödenmeksizin yolculuk yapılması durumunda, karşılıksız yararlanma suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Burada, bir hilenin varlığından söz edilemez. Çünkü bu durumda herhangi bir kişi aldatılmamaktadır. Yapılan müdahale ile bir otomatın teknik işleyişinin devre dışı bırakılması durumunda da, bir hilenin varlığından söz edilemez. Çünkü, dolandırıcılık suçu açısından hilenin varlığı için muhatabın mutlaka insan olması gerekir.
Keza, başkasına ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması durumunda, hırsızlık suçu oluşmaz. Çünkü, ortada taşınabilir bir mal yoktur. Başkasına ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması fiili, karşılıksız yararlanmanın tipik bir örneğini oluşturmaktadır.
Kamu veya özel kuruluşlarca kurulmuş bulunan telli ve telsiz telefon hatları ile sistemlerinden veya elektromanyetik dalgalar yolu ile şifreli veya şifresiz yayın yapan televizyon yayınlarından sahiplerinin veya zilyetlerinin rızası olmadan yararlanılması durumunda da bu suç oluşur. Bu durumlarda bir mal söz konusu olmadığı için hırsızlık suçunun oluştuğundan söz edilemez.”,
6352 sayılı Kanun’un 83. maddesi ile 5237 sayılı TCK’nın 163. maddesine üçüncü fıkranın eklenmesine ilişkin gerekçede ise;
“5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘Karşılıksız Yararlanma’ başlıklı 163 üncü maddesinde; otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanan kişiler ile telefon hatları ile frekanslarından veya elektromanyetik dalgalarla yapılan şifreli veya şifresiz yayınlardan sahibinin veya zilyedinin rızası olmadan yararlanan kişilerin cezalandırılması hüküm altına alınmıştır. Maddenin gerekçesinde ise, bu durumlarda, ortada taşınabilir bir mal olmadığından hırsızlık suçunun oluştuğundan söz edilemeyeceği ve karşılıksız yararlanmanın tipik bir örneğinin düzenlendiği ifade edilmiştir.
Maddeyle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ‘Karşılıksız yararlanma’ başlıklı 163. maddesine yeni bir fıkra eklenmek suretiyle esas itibarıyla karşılıksız yararlanma kapsamında değerlendirilmesi gereken ve abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğalgazın sahibinin rızası olmaksızın tüketilmesi eylemleri de karşılıksız yararlanma olarak düzenlenmektedir. Yapılan düzenlemeyle, söz konusu eylemlerin cezası, bu suçlarla mücadelede etkinliğin sağlanabilmesi amacıyla iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmektedir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi 5237 sayılı TCK ile 765 sayılı TCK’nın karşılıksız yararlanma suçuna ilişkin hükümleri arasında ciddi yapısal farklılıklar mevcuttur. Öncelikle, 765 sayılı TCK’da suç olarak düzenlenen, karşılıksız olarak geçici konaklamalar, lokanta ve benzeri yerlerde yiyip içme fiilleri, taksi ve benzeri ulaşım araçları ile kendisini bir yerden diğer bir yere taşıtmak şeklindeki fiiller, 5237 sayılı TCK’da suç olarak düzenlenmemiştir. Bu tür eylemlerin yeni TCK’da suç olarak düzenlenmemesi konusunda ne genel gerekçede ne de madde gerekçesinde bir açıklama bulunmaktadır. Uygulamada bu hareketlerin hukuki uyuşmazlık kapsamında kaldığı kabul edilmiştir. Ancak otomatlardan karşılıksız yararlanma suçu, cezası ağırlaştırılmak suretiyle, genel olarak 5237 sayılı TCK’da muhafaza edilmiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 06.04.1990 tarihli kararında telefon hizmetinden çeşitli usul ve yöntemlerle saplama yapmak suretiyle bedelsiz ve kaçak yararlanmanın hırsızlık suçunu oluşturduğu belirtilmiş olduğundan, 5237 sayılı TCK yürürlüğe girene kadar, bu içtihadı birleştirme kararı doğrultusunda telefon hizmetlerinden yararlanmak eylemleri hırsızlık olarak kabul edilmişken, 5237 sayılı TCK’da ise karşılıksız yararlanma suçu kapsamında değerlendirilmiştir. Enerjinin taşınır mal kabul edilmesi ve kaçak enerji kullanımının hırsızlık suçu olarak cezalandırılmasının tarihsel gelişiminin de karşılıksız yararlanma fiillerinin suç olarak kabul edilmesi sürecine benzediği görülmektedir. Bununla birlikte örneğin failin, mağduru aldatabilecek nitelikte bir takım hileli davranışlarda bulunarak lokanta ve benzeri yerlerde bedelini ödemeden yiyip içmek suretiyle kendisi lehine haksız bir yarar sağlaması şeklindeki eyleminin olayın özelliğine göre dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği de gözetilmelidir.
Gelinen aşamada karşılıksız yararlanma suçunun yasal unsurları üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 163. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen fiilin konusu, abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik, su veya doğal gazdır. Bu fıkra ile elektrik, su veya doğal gazdan bedel ödeyerek yararlanan kişilerin daha fazla ödemede bulunmaması amacıyla sayılan enerjiler üzerindeki kullanım hakları korunmaktadır. Bu kapsamda suçun mağduru, kendi hattından hukuka aykırı olarak enerji nakli yapılan gerçek veya tüzel kişi olabileceği gibi bu hizmeti sağlayan şirket de olabilir. Başka bir ifade ile mağdur; elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın “sahibi” olmalıdır.
Abonelik esasına göre yararlanılabilme enerjinin bir niteliği olup bu suçun hizmeti sağlayan kurum veya kuruluşlar yanında geçerli bir abonelik sözleşmesi kurarak enerjinin sahibi hâline gelen ve kendi hattından hukuka aykırı olarak enerji nakli yapılan gerçek veya tüzel kişilere karşı işlenmesi mümkündür.
Elektrik enerjisi, doğal gaz veya sudan sahibinin rızası olmadan yararlanma fiilinin oluşması için, gerçek tüketim miktarının tespitinin engellenmiş olması da gerekir. Bu durum, abonelik esasına göre kurulması gereken tesisatın abonelik ilişkisi kurulmaksızın enerjiden yararlanma şeklinde ortaya çıkabileceği gibi geçerli bir abonelik ilişkisi bulunmakla birlikte enerjinin tüketim miktarını gösteren tesisata müdahale edilmesi sonucu tesisatın tüketim miktarını hiç göstermemesi veya daha az göstermesi şeklinde de gerçekleşebilir. Karşılıksız yararlanma suçunun oluşabilmesi için, failin, sadece kendi sayacına müdahale etmesi şart olmayıp somut olayda olduğu gibi abone olan başka bir kişiye ait sayaçtan geçtikten sonra ayrı bir hat çekerek ve ayrı bir sayaçtan geçirmeksizin kaçak elektrik kullanması hâlinde de kullandığı elektrik miktarının belirlenmesini engellemesi söz konusu olacaktır. Diğer bir deyişle, abonelik esasına göre kullanılan elektriğin miktarının belirlenmesi gerekirken başka abonenin sayacının varlığından faydalanıp kaçak kullanılan elektriğin gözden kaçırıldığı ve durum ortaya çıkarıldığında da kullanılan miktarın belli olmadığı gözetildiğinde, kullanılan enerji miktarının belirlenmesinin engellenmiş olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Mühim olan kullanılan kaçak elektrik miktarının belli olmamasıdır. Kaçak kullanılan elektriğin başkasına ait sayaçtan geçmesinin önemi yoktur.
Bu açıklamalardan sonra sanığın eyleminin suç oluşturup oluşturmadığı ve bu suçun hukuki niteliğinin belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, ikamet ettiği apartmanın ortak kullanımına ait merdiven aydınlatma lambasına seyyar kablo bağlamak suretiyle kendi evinde elektrik enerjisi kullandığı olayda; elektrik enerjisinden hukuken abonelik esasına göre yararlanılabilmesi, katılanın sorumlusu olduğu site yönetiminin dağıtıcı konumundaki kurum ile geçerli bir abonelik sözleşmesi kurarak sayaçtan geçen ve site sakinleri tarafından ortak olarak kullanılan elektrik enerjisinin sahibi hâline gelmesi, sanığın da sahibinin rızası olmaksızın ve kendisi tarafından tüketilen enerji miktarının belirlenmesini önleyecek şekilde elektrik enerjisi tüketmesi şeklindeki eyleminin TCK’nın 163. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen karşılıksız yararlanma suçunu oluşturduğu; 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerjinin taşınır mal sayılacağına ve elektrik enerjisinin de hırsızlık suçuna konu olabileceğine ilişkin TCK’nın 141. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı Kanun’un 142. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin yürürlükten kaldırılması ve bu bağlamda abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin taşınır mal sayılmaması nedeniyle eylemin hırsızlık suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire bozma kararından “TCK’nın 163/3. maddesinde ‘Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi hâlinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.’ denilmekle suça konu olayda abonelik esasına göre yararlanılan elektrik kullanımı olmadığından yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223/2 (a) maddesi gereğince beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması” şeklindeki bozma nedeninin çıkarılmasına, yerine “Sanığın eyleminin TCK’nın 163/3. maddesinde düzenlenen karşılıksız yararlanma suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde aynı Kanun’un 141/1. maddesi uyarınca mahkûmiyetine karar verilmesi” biçimindeki bozma nedeninin eklenmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturduğu, bu nedenle itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Birinci uyuşmazlık konusunda ulaşılan sonuç nedeniyle ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 17. Ceza Dairesinin 29.11.2017 tarihli ve 2980-14804 sayılı bozma ilamından; “TCK’nın 163/3. maddesinde ‘Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun veya doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi hâlinde kişi hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.’ denilmekle suça konu olayda abonelik esasına göre yararlanılan elektrik kullanımı olmadığından yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223/2 (a) maddesi gereğince beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması” şeklindeki bozma nedeninin ÇIKARILMASINA ve yerine “Sanığın eyleminin TCK’nın 163/3. maddesinde düzenlenen karşılıksız yararlanma suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde aynı Kanun’un 141/1. maddesi uyarınca mahkûmiyetine karar verilmesi” biçimindeki bozma nedeninin EKLENMESİNE,
3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.


Ceza Genel Kurulu         2018/202 E.  ,  2019/506 K.
“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 17. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 347-909

Sanıklar … ve …’in nitelikli hırsızlık suçundan TCK’nın 37. maddesi delaletiyle aynı Kanun’un 142/2-h, 143, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına ve mahsuba ilişkin Konya 15. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 31.12.2015 tarihli ve 347-909 sayılı hükümlerin, sanıklar ve müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Ceza Dairesince 18.04.2016 tarih ve 3089-5458 sayı ile;
“Mahkemece sanıkların işledikleri kasıtlı suçtan verilen hapis cezalarının kanuni sonucu olarak TCK’nın 53/1,2,3 maddelerinde belirtilen hakları kullanmaktan kanunda belirtilen usule uygun olarak yasaklanmalarına ilişkin kararın, karar tarihi itibarıyla usul ve yasaya uygun olduğu, ancak 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin uygulanması sırasında aynı maddenin birinci, ikinci ve dördüncü fıkralarındaki bazı sözcüklerin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı iptal kararının anılan Kanun maddesinin 1. fıkrasındaki ‘hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak’ hükmü gereğince infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.” açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 07.02.2018 tarih ve 41147 sayı ile;
“26.03.2014 tarihli takdir kıymet ve teslim tutanağı incelendiğinde, mağdur …’nın kapısının önünden çalınan ve oğluna ait olup taklit olduğu anlaşılan 42 numara siyah renkli Dymax marka bir çift ayakkabının ederinin 20 TL olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır…
Buna göre, ikinci el, taklit ve 20 TL değerindeki ayakkabıyı çalan sanıklar hakkında, suçun işleniş şekli ve özellikleri itibarıyla ceza vermekten vazgeçilemeyecek ise de, hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin az olması nedeniyle TCK’nın 145. maddesi gereğince verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, mahkemece anılan maddenin tartışılmaması ve uygulanmama nedeninin gösterilmemesinden dolayı kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 05.03.2018 tarih ve 1314-2853 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar hakkında mağdurlar …, …, …, …, …, …, …, …, … ve Nuran Kavak’a yönelik hırsızlık ve konut dokunulmazlığının ihlâli suçlarından kurulan hükümler, Özel Dairece düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanıklar hakkında mağdur …’ya yönelik hırsızlık suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar hakkında TCK’nın 145. maddesinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Yakalama ve muhafaza altına alma tutanağında; 25.03.2015 tarihinde saat 23.10 sıralarında Selçuklu ilçesi, Nişantaşı Mahallesi, Rauf Denktaş Caddesi üzerinden Nalçacı Caddesi istikametine doğru iki şahsın bisikletle gittiği, bisikletin arka kısmında iki adet büyük boy poşet olduğunun görülmesi üzerine şahısların durdurularak poşetlerin incelendiği, poşetlerin içinde 19 çift kullanılmış ayakkabı olduğunun görüldüğü, … ve … olduğu tespit edilen şahısların, bu ayakkabıları otogar civarında bulduklarını beyan ettikleri, şahısların tedirgin hareketlerde bulunması üzerine ele geçirilen ayakkabılarla birlikte polis merkezine götürüldükleri, yapılan araştırmada ele geçirilen ayakkabıların 25.03.2015 tarihinde saat 22.00 sıralarında Selçuklu ilçesi, Bedir Mahallesi, Ata Sokak, Mutlu Apartmanından çalındığının tespit edildiği bilgilerine yer verildiği,
CD çözüm tutanağında; 25.03.2015 tarihinde saat 22.03’de iki erkek şahsın Mutlu Apartmanına girdikleri, şahıslardan birinin 1,65-1,70 cm boylarında olduğu, üzerinde beyaz mont ve siyah pantolon bulunduğu, diğer şahsın 1,60-1,65 cm boylarında olduğu, üzerinde beyaz mont ve pantolon bulunduğu, birkaç dakika sonra ellerinde bulunan beyaz poşet ile dışarı çıktıklarının görüldüğü, havanın karanlık olması ve mesafenin uzak bulunması nedeniyle şahısların kimliklerinin tespit edilemediğinin bildirildiği,
Teşhis ve takdiri kıymet tutanağında; sanıklardan ele geçirilen mağdur …’ya ait bir çift Dymax marka 42 numaralı erkek ayakkabısının 20 TL; mağdur …’a ait bir çift Bluewex marka 42 numaralı erkek ayakkabısının 15 TL; mağdur … Kavak’a ait bir çift Converse marka 38 numaralı bayan ayakkabısının 80 TL; mağdur …’e ait bir çift Adidas marka 42 numaralı erkek ayakkabısının 20 TL; mağdur …’a ait bir çift Derflex marka 41 numaralı erkek ayakkabısının 20 TL; mağdur …’a ait bir çift Nike marka erkek ayakkabısının 100 TL; mağdurlar … ve …’a ait Nike ve Swift marka iki çift erkek ayakkabılarının toplamda 150 TL değerinde olduğu ve teşhis üzerine mağdurlara teslim edildiğinin belirtildiği,
Anlaşılmıştır.
Mağdur … aşamalarda; apartmanın giriş katında oturduğunu, oğlu İzzet Can İyibakırlı’ya ait Dymaks marka 20 TL değerindeki ayakkabının çalınarak daha sonra kendisine teslim edildiğini, şikâyetçi olmadığını,
İnceleme dışı mağdur … aşamalarda; apartmanın ikinci katında oturduğunu, olay tarihinde akrabası olan Nuran Kavak’ın kendisini ziyarete geldiğini, misafirini uğurlamak için kapıyı açtığında oğluna ait 35 TL’ye satın aldığı bir çift ayakkabı ile Nuran’a ait ayakkabının yerinde olmadığını gördüğünü, ayakkabısının teslim edildiğini, dava ve şikâyetinin bulunmadığını,
İnceleme dışı mağdur … Kavak aşamalarda; evine döneceği sırada kapının dışında bulunan ve 190 TL’ye satın almış olduğu Converse marka ayakkabısının çalındığını fark ettiğini, daha sonra ayakkabıyı polislerin teslim ettiğini, sanıklardan şikâyetçi olmadığını,
İnceleme dışı mağdur … aşamalarda; apartmanın üçüncü katında oturduğunu, olay tarihinde evinde oğlu olan …’ın arkadaşlarının bulunduğunu, kendisine ve oğluna ait iki çift ayakkabı ile oğlunun arkadaşlarının ayakkabılarının çalındığını tespit ettiklerini, kendisine ait Swifft marka ayakkabıyı 160 TL’ye; oğluna ait Nike marka ayakkabıyı ise 153 TL’ye aldığını, daha sonra ayakkabıları geri aldığını, şikâyetinin bulunmadığını,
İnceleme dışı mağdur … aşamalarda; arkadaşları olan …, … ve …’ın evlerine misafirliğe geldiklerini, bir müddet birlikte oturduktan sonra arkadaşlarının evlerine dönmek üzere kalktıklarını, dairenin giriş kapısı önünde bırakmış oldukları ayakkabılarının yerinde olmadığını gördüklerini, kendisine ve babasına ait iki çift ayakkabının da çalındığını fark ettiklerini,
İnceleme dışı mağdur … aşamalarda; arkadaşı …’ın evine ziyarete gittiğini, geri döneceği sırada kapının önünde bırakmış olduğu 60 TL’ye satın aldığı Derflex marka ayakkabısının çalındığını anladığını,
İnceleme dışı mağdur …; kardeşi olan …’in ayakkabısının çalındığını, ancak sonradan polislerin ayakkabıyı kendilerine teslim ettiklerini, şikâyetçi olmadığını,
İnceleme dışı mağdur …; diğer arkadaşları ile birlikte …’ın evine ziyarete gittiklerini, gece evine döneceği sırada kapının önünde bırakmış olduğu 165 TL’ye satın aldığı Adidas marka ayakkabısının çalındığını fark ettiğini,
İnceleme dışı mağdur …; oğlu olan …’e ait ayakkabının çalındığını, hırsızlık anını görmediğini, daha sonra polisler tarafından ele geçirilen ayakkabının kendilerine iade edildiğini, şikâyetinin bulunmadığını,
İnceleme dışı mağdur …; arkadaşı …’ın evinde diğer arkadaşları ile birlikte oturduklarını, gece evine döneceği sırada 180 TL’ye satın aldığı Nike marka ayakkabısının yerinde olmadığını gördüğünü,
İnceleme dışı mağdur …; oğlu …’a ait çalınan ayakkabının kendilerine teslim edildiğini, şikâyetçi olmadığını,
Beyan etmişlerdir.
Sanıklar soruşturma aşamasında; olay tarihinde otogar yanında bulunan bir iş yerine iş başvurusunda bulunmaya gittiklerini, saat 20.00-21.00 sıralarında otogarın ön tarafında bulunan ağaçlık alanda tanımadıkları iki erkek şahsı ağaçların altına bir şey koyarken gördüklerini, şahısların oradan ayrılmaları üzerine çuvalı açıp içine baktıklarını, çuval içinde 19 çift kullanılmış ayakkabı bulduklarını, işlerinin olmaması ve paraya ihtiyaçları olması nedeniyle buldukları ayakkabıları yanlarında bulunan poşetlere doldurduklarını, evlerine geri dönecekleri sırada polislerin kendilerini durdurarak poşetlere baktığını, olay tarihinden birkaç gün önce bir apartmanın merdiven boşluğundan iki çift ayakkabı çaldıklarını ancak suça konu ayakkabıları kendilerinin çalmadığını,
Yargılama aşamasında önceki beyanlarından farklı olarak; 25.03.2015 tarihinde gece saat 22.00 sıralarında mağdurların ikamet ettiği Mutlu Apartmanına hırsızlık amacıyla geldiklerini, apartmanın ana giriş kapısının açık olduğunu, 2 veya 3 daire önünde bulunan değişik marka ve numaralardaki ayakkabıları çaldıklarını, CD kayıtlarında görüntüsü bulunan şahısların kendileri olduğunu,
Savunmuşlardır.
5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinde; “(1) Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” hükmü yer almakta iken, anılan hüküm, 29.06.2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile; “(1) Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Madde ile hırsızlık suçlarında, suça konu değerin azlığı nedeniyle hâkime, cezada indirim yapma veya ceza vermeme yönünde geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır.
Yargıtay 6. Ceza Dairesinin, “değer azlığı” ile ilgili olan ve bu konudaki içtihada “daha çoğunu alabilme olanağı varken yalnızca gereksinimi kadar ve değer olarak az olan şeyi alma” şeklinde yansıtılan görüşünün, TCK’nın 145. maddesi uygulamasında bütünüyle reddedilmesi mümkün görülmemekte ve maddenin uygulanabileceği hâllerden biri olarak kabul edilmekte ise de, maddenin sadece bu tanımlamayla sınırlandırılması mümkün değildir. TCK’nın 145. maddesinin gerek ilk şekli, gerekse değiştirilmiş biçimi; ortak tanımlama ile, hırsızlık suçunun konusunu oluşturan değerin az olmasını temel almaktadır. Değer azlığı ile kanun koyucu tarafından neyin kastedildiği, tereddütleri önleyecek biçimde açıklığa kavuşturulmamış, rakamsal bir sınırlandırma getirilmemiş fakat hâkime, yargılama konusu maddi olayla ilgili olarak takdir ve değerlendirme yetkisi tanınmıştır. Ne var ki, kanun koyucu, hâkimin takdirini, soyut ve farklı bir disiplinle sınırlandırmıştır. O da; “az olarak kabul edilecek değerin” hâkimin takdirinde, ceza vermekten vazgeçmesini gerektirecek ehemmiyetsiz ölçüde olması, başka bir ifade ile değere dayalı ihlâlin ceza verilmemeyi nasafeten haklı saydıracak alt düzeyde bulunmasıdır. Hâkim, çalınan veya çalınmaya kalkışılan bu değerin azlığını ya indirimli bir cezayla ya da suçun işlenmesindeki özellikler itibarıyla ceza vermemekle değerlendirebilecektir.
Maddenin ilk metninden sonraki değişiklikte; “suçun işleniş şekli ve özellikleri göz önünde bulundurularak” ibaresinin, “cezada indirim” seçeneğinden sonra ve “ceza vermekten vazgeçilebilir” seçeneğinden önce yazılmasının, suça konu malın değerini farklılaştırmayacağı açıktır. Bu nedenle; “az ceza verme” seçeneğinde daha yüksek değerin aranacağı, “ceza vermekten vazgeçme” hâlinde ise daha az bir değerin aranmasının gerekli olduğu sonucuna ulaşılmamalıdır.
Bu itibarla, 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanmasında, 765 sayılı TCK’nın 522. maddesinde öngörülen “hafif” ya da “pek hafif” kavramlarıyla irtibatlı bir yoruma girilmemeli, Yargıtay’dan, anılan maddenin uygulanması sürecindeki içtihatlarına paralel şekilde, yıllık değer ölçülerini belirlemesi beklenmemelidir. 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinin düzenleniş amacı gözetilmeli, belirtilen hükmün 765 sayılı TCK’nın 522. maddesinden farklı olduğu kabul edilmelidir.
Hâkim, suça konu eşyanın değerinin az olup olmadığı yönündeki değerlendirmenin yanı sıra her somut olayda, suçun işleniş şekli, mağdur veya sanığın konumu, olayın gerçekleştiği yer ve zamanı dikkate almalı, 5237 sayılı TCK’nın 3. maddesinde öngörüldüğü üzere, “işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı” olacak şekilde belirlediği hapis cezası ile suça konu eşyanın değerini karşılaştırarak hakkaniyet ilkesini de gözetmek suretiyle ceza adaletini sağlamalıdır. Görüldüğü gibi madde ile getirilen sistem, sadece malın değerinin objektif ölçütlere göre belirlenerek, cezadan indirim yapılması veya ceza verilmemesinden ibaret değildir. Kimi hâllerde belirlenen hapis cezasının, suça konu eşyanın değerinin azlığı karşısında ağır olacağı düşünülebilir ise de, örneğin, bir kişinin sınav belgesinin çalınarak sınava girmesinin engellendiği bir durumda, suça konu sınav belgesinin değeri az olmakla birlikte olay sebebiyle suç mağdurunun telafisi imkansız bir duruma düşmüş olması nazara alınarak, hakkaniyet ilkesi gereğince maddenin uygulanmasına yer olmadığına karar verilebilecektir. Buna göre, her somut olayda, mağdurun konumu, failin kişiliği ve suçun işleniş şekli ayrı ayrı değerlendirilmeli, faili, meydana gelen haksızlığa iten etkenler ve bu haksızlığın mağdur üzerindeki etkileri de gözetilerek, maddenin uygulanıp uygulanmayacağı ve özellikle ceza verilmeme hâliyle ilgili seçeneğin, failin eylemine uygun düşüp düşmeyeceği belirlenmeli ve şekillenen takdirin gerekçesi kararda gösterilmelidir.
Ancak burada 5237 sayılı TCK’nın 147. maddesinde düzenlenen “ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için hırsızlık suçunun işlenmesi” hâli ile 145. maddede öngörülen “değer azlığı” kavramı karıştırılmamalıdır. 145. maddede öngörülen değer azlığı ile zorunluluk hâlini düzenleyen 147. maddenin uygulanma şartları birbirinden farklı olup 147. maddenin ayırıcı ölçütü, hırsızlığın ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için yapılmasıdır. Burada hırsızlığın konusu olan malın değerinin az veya çok olmasının herhangi bir önemi yoktur. Örneğin, ölümcül bir hasta için eczaneden çok pahalı bir ilacın çalınması söz konusu olabilir. Buradaki ölçüt değer değil, ağır ve acil bir ihtiyaç için bu malın çalınmasıdır.
Buna karşılık 145. maddenin uygulanmasındaki en önemli kriter, kuşkusuz değer ölçüsüdür ve bu değerin “ceza vermeme” ya da “belirlenecek bir oranda indirim uygulama” hâlini haklı saydıracak düzeyde az olması gerekir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 20.06.2017 tarihli ve 733-341 sayılı, 27.11.2018 tarihli ve 1043-577 sayılı kararlarında da anılan hususlara işaret edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanıkların 25.03.2015 tarihinde mağdur … ile inceleme dışı mağdurlar … ve …’ın ikamet ettikleri apartmana gelerek, mağdur …’nın daire giriş kapısı önünde bırakılan ve 20 TL değerinde olan kullanılmış ayakkabı ile diğer inceleme dışı mağdurlar ve onların misafirlerine ait ayakkabıları çaldıkları olayda; suçun işleniş şekli ve özellikleri göz önünde bulundurularak, ceza vermekten vazgeçilemeyecek ise de, suç tarihinde paranın satın alma gücü ve ekonomik şartlar gözetildiğinde, hırsızlık suçunun konusunu oluşturan 20 TL’nin değer bakımından az olması ile hak ve nasafet kuralları dikkate alındığında, sanıkların cezalarından 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesi uyarınca belirlenecek oranda indirim yapılması gerektiği kabul edilmelidir.
Öte yandan, sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı iptal kararının değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının mağdur …’ya yönelik hırsızlık suçu bakımından kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükümlerinin sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanma şartlarının gerçekleştiğinin gözetilmemesi ve aynı Kanun’un 53. maddesi tatbik edilirken Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı iptal kararının dikkate alınmasında zorunluluk bulunması nedenlerinden bozulmasına karar verilmelidir.
Diğer taraftan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.12.2009 tarihli ve 242-291 sayılı içtihadında; “…İkinci el ayakkabıların pazarlanma olanağı bulunduğunu saptayan sanıkların, birlikte gece vakti saptadıkları apartmanlara girerek, kapı önünde buldukları ayakkabıları çaldıkları, sanıkların satılabilecek evsaftaki ayakkabıları seçmek suretiyle eylemlerini gerçekleştirdikleri, bu işe özel araç tahsis ettikleri, yakalanma risklerinin azlığı ve kolay para kazanma yöntemi olarak benimsedikleri bu yolla, farklı semtlerdeki apartmanlara girmek suretiyle eylemlerini gerçekleştirdikleri, sanıkların çaldıkları ayakkabıların yalnızca mağdurları saptanan dört çift ayakkabıdan ibaret olmayıp, araçta yapılan aramada bagaj bölümünde 10 poşet içinde, 51 çift kundura, 20 çift spor ayakkabı, 5 çift bot olmak üzere toplam 76 çift çalıntı ayakkabının saptandığı olayda; 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanma koşullarının bulunmadığı, yalnızca sahipleri saptanabilen ayakkabıların değil, olayın bütünü göz önünde bulundurulmak suretiyle, 145. maddenin uygulanma koşullarının belirlenmesi gerektiği…” şeklinde karar verilmekle birlikte uyuşmazlığa konu somut olayda çalınan ayakkabıların sayıca daha az olması ve mağdurlarının da tespit edilerek diğer mağdurlara yönelik eylemleri nedeniyle sanıkların cezalandırılmalarına karar verilmiş olması, sanıkların benzer yöntemle ve özel araç tahsis etmek suretiyle başka suçları da işlediklerinin iddia edilip ileri sürülmemiş olması ve suç tarihi itibarıyla 20 TL’nin objektif bakımdan az olması, her iki olayın farklı özelliklere sahip olup farklı sonuçlara ulaşılması hususları gözetildiğinde kararlar arasında bir çelişki olmadığı görülecektir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; “İtirazın reddine karar verilmesi gerektiği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 17. Ceza Dairesinin 18.04.2016 tarihli ve 3089-5458 sayılı onama kararının mağdur …’ya yönelik hırsızlık suçu bakımından KALDIRILMASINA,
3- Konya 15. Asliye Ceza Mahkemesinin 31.12.2015 tarihli ve 347-909 sayılı kararının,
a- Sanıklar hakkında mağdur …’ya yönelik eylemleri nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanma şartlarının gerçekleştiğinin gözetilmemesi,
b- Sanıklar hakkında kurulan hükümlerde 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 140-85 sayılı iptal kararının dikkate alınmasında zorunluluk bulunması,
Nedenlerinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.


2. Ceza Dairesi         2019/8481 E.  ,  2019/11638 K.”
İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇ : Hırsızlık, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma
HÜKÜM : Mahkumiyet, temyiz istemenin reddi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
1-Sanık hakkında başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçundan verilen 05/02/2019 tarihli temyiz isteminin esastan reddine dair karara yönelik sanığın temyiz isteminin incelenmesinde;
Hükmolunan cezanın miktar ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizinin mümkün olmaması karşısında; temyiz isteminin reddine dair, 05/02/2019 tarih ve 2018/1883 – 2019/88 sayılı ek kararda bir isabetsizlik görülmediğinden, bu karara yönelik temyiz itirazlarının reddiyle, temyiz isteminin reddine dair ek kararın ONANMASINA,
2-Sanık hakkında hırsızlık suçundan verilen temyiz isteminin esastan reddine dair karara yönelik sanığın temyiz isteminin incelenmesinde;
5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.” ve aynı Kanunun 294. maddesinin ise; ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek, sanığın temyiz isteminin, soyut beyanlara dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebebe yönelik yapılan incelemede;
Tüm dosya içeriğine göre; sanığın, müştekinin park halde duran kapıları kilitli aracını, anahtar uydurarak çalması şeklinde gerçekleşen olayda, suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olduğu, sanık hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla; sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, 5271 sayılı CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ ile HÜKMÜN ONANMASINA, 27/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.


2. Ceza Dairesi         2019/1375 E.  ,  2019/11723 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hırsızlık, iş yeri dokunulmazlığını bozma, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
1-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükme yönelik yapılan temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
5237 sayılı TCK’nın 53/4.maddesinde yer alan “kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.” şeklindeki düzenleme karşısında, suça sürüklenen çocuk hakkında aynı Kanun’un 53/1.maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 1412 sayılı CMUK’nın 321.maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak bu aykırılığın aynı Kanun’un 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından, “suça sürüklenen çocuk hakkında 5237 sayılı TCK’nın 53/1.maddesinin uygulanmasına” ilişkin bölümün çıkartılmasına karar verilmek suretiyle hükmün istem gibi DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
2-Suça sürüklenen çocuk hakkında konut dokunulmazlığını bozma ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlere yönelik yapılan temyiz itirazlarına gelince;
Dosya içeriğindeki diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
1- Dosyada mevcut CD görüntülerin izlenmesinde 2 şahsın iş yerine girdiklerinin görülmesi ve suça sürüklenen çocuğun hırsızlık suçunu hakkında ayrı soruşturma yapılan yaşı büyük arkadaşı Yasin Dumanlı ile birlikte işlediklerini belirtmesi, Yasin Dumanlı’nın da soruşturma aşamasında suçu ikrar etmesi ve mahkemenin de kabulünün de bu yönde olduğunun anlaşılması karşısında; suça sürüklenen çocuk hakkında iş yeri dokunulmazlığını bozma suçundan 5237 sayılı TCK’nın 119/1-c maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
2- 5237 sayılı TCK’nın 50/3. maddesi uyarınca daha önce hapis cezasına mahkûm edilmeyen ve fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış bulunan suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan hükmolunan kısa süreli hapis cezasının aynı maddenin 1. fıkrasında yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesinin yasal bir zorunluluk olduğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin açıklanan sebepten dolayı istem gibi BOZULMASINA, bozma sonrası kurulacak hükümde iş yeri dokunulmazlığını bozma suçundan 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, 27/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.


2. Ceza Dairesi         2019/1029 E.  ,  2019/11717 K.”
İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hırsızlık, konut dokunulmazlığını bozma
HÜKÜM : Mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
1-Suça sürüklenen çocuklar hakkında konut dokunulmazlığını bozma suçlarından kurulan hükümlere yönelik yapılan temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Suça sürüklenen çocuklar hakkında konut dokunulmazlığını bozma suçundan 5237 sayılı TCK’nın 119/1-c maddesinin ve eyleminin gece gerçekleştirilmesi nedeniyle de aynı Kanunun 116/4. maddesi uyarınca hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan duruşmaya,toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükümlerin istem gibi ONANMASINA,
2-Suça sürüklenen çocuklar hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümlere yönelik yapılan temyiz itirazlarına gelince;
Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
1- Olayın görgü tanığı …’ın 23/01/2015 tarihli kolluktaki ifadesine göre, şikayetçinin ikametinin karşısında bulunan apartmanda çalışan tanığın şikayetçinin ikametinin bulunduğu cadde üzerinde bir erkek şahsı gördüğü ve ani hareketlerde bulunarak kaçan şahsı tanığın arkasından takip ettiği ancak yakalayamadığı, tekrar geri döndüğünde şikayetçinin tek katlı müstakil olan evinin balkonundan 3 erkek şahsın atladığını görerek kaçan şahısların arkasından koşarak suça sürüklenen çocuk …’u yakaladığı ancak diğer şahısların kaçtığı ve ekiplerin gelmesiyle yakalanan suça sürüklenen çocuk …’un yapılan üst aramasında şikayetçiye ait kol saatinin çıktığı olayda; sürüklenen çocuk …’un kesintisiz bir takibin sonucunda yakalandığı ve üst aramasında suça konu saatin çıktığı ve şikayetçinin ikametinden başkada çalınan bir şey olmadığının anlaşılması karşısında; eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı gözetilerek suça sürüklenen çocuklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 35/2. maddesinin uygulanması gerektiği halde yazılı şekilde tamamlanmış suçtan hüküm kurularak fazla ceza tayini,
2- Dosya kapsamına göre; tanık …’ın kolluktaki ifadesinde 17.30 sıralarında kaçan şahısları gördüğünü belittiği; suç tarihinde kış saati uygulaması da dikkate alınarak UYAP’tan alınan çizelgeye göre gece vaktinin saat 17.26’da başladığının anlaşılması karşısında; eyleminin gece gerçekleştirildiğinin kabulü gerektiği gözetilmeden, suça sürüklenen çocuklar hakkında hükmolunan cezada aynı Kanun’un 143. maddesi gereğince artırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi,
3-Suç tarihi dikkate alındığında 5237 sayılı TCK’nın 142/2-h maddesinde temel cezanın alt sınırının 5 yıl hapis cezası öngörüldüğü halde, sanık hakkında teşdiden 5 yıl hapis cezası tayin edildiğinin belirtilmesi,
4-5237 sayılı TCK’nın 51/1. maddesine göre tayin olunan cezaların ertelenmesine yasal engel bulunmadığı belirlenen ve suç tarihi itibariyle sabıkasız olan suça sürüklenen çocuklar … ile … ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları bulunan … ile … hakkında hırsızlık suçlarından tayin olunan cezaların ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken, 5237 sayılı TCK’nın 51/1. maddesinin (b) bendinde belirtilen suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşup oluşmaması hususunun değerlendirilmesi gerekirken, “cezaların niteliği ve miktarı nazara alınarak” biçimindeki yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile TCK’nın 51.maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin açıklanan sebepten dolayı istem gibi BOZULMASINA, bozma sonrası kurulacak hükümde 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, 27/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Yağma Gasp Suçu Yargıtay Kararları


Yağma yani gasp suçları suç itibariyle asliye cezalarında görülen temel halleri, suçun nitelikli halleri gerçekleştiğinde ağır ceza mahkemelerinde yargılamaları yapılır. Bu sebeple ceza avukatı veya ağır ceza avukatından mutlak yardım alınması gerekmektedir.

Yağma suçuyla alakalı detaylı makalelere https://www.tevfikyildirim.av.tr/ sitesinden ulaşabilirsiniz.

1. Ceza Dairesi         2019/1851 E.  ,  2019/3441 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
ÖLDÜRÜLEN : …
KATILANLAR : …, …, …, …, … …
SUÇ : Başka bir suçu işlemek için öldürme, yağma
HÜKÜM : Mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf isteminin reddi.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Sanık … hakkında maktul …’na yönelik nitelikli öldürme suçundan TCK’nin 82/1-h. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet, nitelikli yağma suçundan TCK’nin 149/1-a-d. maddesi uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına dair …4. Ağır Ceza Mahkemesince kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik olarak sanık ve müdafii tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine, istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin… Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 09.02.2018 gün ve 2018/120 Esas, 2018/96 sayılı Kararında isabetsizlik görülmemiş olduğundan; sanık müdafiinin, eksik incelemeye, başka suçu işlemek için öldürme unsurunun gerçekleşmediğine, yağma kastı bulunmadığına, lehe hükümlerin uygulanması ve beraat kararı verilmesi gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının, tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak, 5271 sayılı CMK’nin 302/1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, aynı Kanunun 304/1. maddesi uyarınca dosyanın …4. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilamının bir örneğinin ise… Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26/06/2019 gününde oy birliği ile karar verildi.


1. Ceza Dairesi         2019/1793 E.  ,  2019/3431 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
ÖLDÜRÜLEN : …
SUÇ : Nitelikli öldürme, yağma, hürriyeti sınırlama
HÜKÜM : Sanıklar hakkında; Mahkumiyet
TEMYİZ EDENLER : Sanıklar müdafileri, katılan … vekili


TÜRK MİLLETİ ADINA

Belirlenen ve tebliğ edilen duruşma gün ve saatinde sanık … müdafiinin mazeretsiz olarak hazır bulunmaması nedeniyle inceleme bu sanık yönünden duruşmasız olarak yapılmıştır.
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıklar … ve … ’ın maktul …’e yönelik nitelikli kasten öldürme, nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık …’ın ayrıca 6136 sayılı Yasaya muhalefet, suçları, sanık … …. nun nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık …’in kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya yardım suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, sanıklar…,…. yönünden cezaları azaltıcı sebep bulunmadığı, sanık … yönünden takdire ilişen cezaları azaltıcı sebeplerin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma ve düzeltme nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar …,… müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile Recep ve… müdafilerinin temyiz dilekçeleri ve duruşmalı incelemedeki sübuta, iştirak bulunmadığına, delillerin hatalı takdir edildiğine, katılan vekilinin tüm sanıkların tüm suçlardan en üst hadden ve asli fail olarak cezalandırımaları gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle,
../..
S/2

A)- Sanık … hakkında nitelikli kasten öldürme, nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, 6136 sayılı Yasaya aykırılık, sanık … hakkında nitelikli kasten öldürme, nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık … Eyüpoğlu hakkında nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık … hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya yardım suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 Esas ve 2015/85 sayılı Kararı ile 5237 sayılı TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulamalar Yasaya aykırı ise de, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, CMUK.un 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hüküm fıkralarında yer alan 5237 sayılı TCK’nin 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümlerin “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek 5237 sayılı TCK’nin 53/1-2-3 maddelerinin tatbikine” şeklinde, değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN, kısmen re’sen de temyize tabi hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
B)–Sanık ……oğlu hakkında nitelikli kasten öldürme, sanık … hakkında nitelikli yağmaya ve nitelikli kasten öldürmeye yardım, sanık … hakkında nitelikli yağmaya ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya yardım suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; …ilinde emlakçılık yapan sanık … ile maktul ve sanık … arasında çeşitli ticari ilişkiler bulunduğu, bu ilişki içinde …,…. ’a borçlandığı, yine maktulle olan ilişkileri sayesinde bankalarda birikimi olduğunu öğrendiği, ödeme güçlüğüne düşen … nin borcu ödemesi konusunda…tarafından zorlandığı,…ile yanında çalışan … n maktulü kaçırıp yağmalamaya karar verdikleri, olay günü önce ofise davet edip buradan Ali’nin aracıyla cuma namazına gittikleri, çıkışta tekrar araca bindiklerinde…. ’nin kullandığı aracın ön koltuğuna maktulün arka koltuğuna A…. ın oturduğu, bir süre yol aldıktan sonra… ’ın önceden hazırladığı silahını çekip maktulün boynuna arkadan sarılarak etkisiz hale getirdiği, Ali’nin aracı olayın meydana geldiği dağlık araziye sürdüğü, önceden hazırladıkları plastik… …. ’in de olay yerine geldiği, maktulden 600-700.000 TL civarında para istedikleri, maktulün bankanın yazılı talimatla ancak 100.000 ödeyeceğini söylemesi üzerine bu miktarda yazılı kağıt imzalattıkları, telefonla da bankayı arattıkları, kağıdı alan…. ’nin arabayla şehre gittiği burada sanık …’la irtibata geçip buluştuğu, maktulden aldığı talimatnameyi de anlattığı, daha sonra sanık …’le buluştuğu, … ’un Ali’yi bankaya götürdüğü, Ali’nin
../..
S/3

bankadan parayı çektiği, bu arada Yaşar’ın da bankaya geldiği, çıkışta Yaşar’ın aracıyla uzaklaştıkları, Yaşar’ın bu paranın bir kısmını alacağına karşılık aldığı, daha sonra Ali’yi aracıyla şehir merkezinde bıraktığı,…’un tekrar gelerek Ali’yi arabayla aldığı, birlikte maktulün tutulduğu yere giderlerken sanıklar…ve…’un aksi kanıtlanamayan savunmalarına göre…’un eylemi Ali’nin söylemesiyle bu aşamada öğrendiği, olay yerine ulaşıp burada oyalandıktan sonra, sanık …’nin Apturrahman’a Recep ve…’e belli etmeden maktulü öldürmesi talimatı verdiği ve kendisinin arabayla bir miktar uzaklaştığı, Apturrahman’ın ise Recep ve…’ü olay yerinden uzaklaşmalarını sağlamak amacıyla ateş için odun toplamalarını istediği, bu şekilde onları uzaklaştırdıktan sonra maktule 4 el ateş ederek öldürdüğü, silah sesleri üzerine Recep ve…’un hemen dönerek Apturrahman’a tepki gösterdikleri, ardından Ali’nin de geldiği, daha sonra Recep’in temin ettiği kazma kürekle Apturrahman ve Recep’in maktulü gömdükleri, sanıkların şehir merkezine gelip yine Yaşar’la buluştukları, burada Apturrahman’a kıyafet aldıkları, sanık …’nin maktule ait telefonu su kanalına atarak imha ettiği, Recep ve Apturrahman’ın daha sonra olay yerine giderek maktulü çıkarıp başka bir yere gömdükleri anlaşılan olayda;
a)- Sanık … yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık … ise olayı öğrendiği andan itibaren kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eylemlerine iştirak iradesiyle katılmışlar ise de, öldürme eyleminin bu sanıkların iradesi dışında diğer sanıklar…ve Apturrahman tarafından gerçekleştirildiği, öldürme kararına katılmayan sanıkların eylem gerçekleştikten sonraki davranışlarının ise öldürme fiiline iştirak olarak kabulünün mümkün olmadığı, dolayısıyla sanıkların nitelikli kasten öldürme suçlarına iştirak ettiklerine dair her türlü kuşkudan uzak yasal ve yeterli delil bulunmadığı nazara alınarak nitelikli kasten öldürme suçlarından beraatlerine karar verilmesi, suç delillerini gizleme suçundan ise suç duyurusunda bulunulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yerinde olmayan gerekçelerle yazılı şekilde hükümler kurulması,
b)- Sanık … ile sanık …’un aksi kanıtlanamayan savunmalarına göre,…’un olayı Ali’nin anlatması ile bankadan para çekme işlemlerinden sonra tekrar olay yerine giderken öğrendiği, bu aşamada yağma suçunun tamamlanmış olduğu, tamamlanmış suça iştirak etmek mümkün olmadığından sanık …’in nitelikli yağma suçuna önceden verilen kararla iştirak ettiğine dair her türlü kuşkudan uzak yeterli delil bulunmadığı nazara alınarak atılı suçtan beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,
c)- Somut olayda; alacağını sanık …’dan almaya çalışan sanık …’ın bu kapsamda görüşmeler yaptığı, sanık …’nin maktulden cebir ve tehdit kullanarak aldığı talimatnameden bilgisi olduğunun anlaşıldığı, ancak bu bilginin
../..
S/4

hangi düzeyde olduğu konusunda tereddüt ve şüphe bulunduğu, sanık …’nin bu eylemi tüm unsurlarıyla bildiği kabul edilse dahi, bu bilgi dışında eylemlere yardım kabul edilebilecek bir fiili bulunduğuna dair her türlü kuşkudan uzak yasal ve yeterli delil bulunmadığı nazara alınarak nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından beraatine karar verilmesi yerine gerektiğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanıklar Recep,…,… müdafilerinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, kısmen re’sen de temyize tabi hükümlerin tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak BOZULMASINA, bozma sebebi ile hükmedilen ceza miktarına göre sanık …’in TAHLİYESİNE, başka suçtan tutuklu ve hükümlü değil ise derhal salıverilmesi için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı gönderilmesine, 26/06/2019 gününde oy birliği ile karar verildi.


1. Ceza Dairesi         2019/612 E.  ,  2019/3429 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
KATILANLAR : …, …
MÜŞTEKİ : …
SUÇLAR : Bir suçu gizlemek veya başka bir suçun dellilerini gizlemek veya yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüs, nitelikli yağma, kamu malına zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet hükümlerine yönelik istinaf isteminin reddi.
TEMYİZ EDENLER : Sanık … müdafii, sanık … ve müdafii, sanık …, sanık … müdafii, sanık …, sanık … müdafii

TÜRK MİLLETİ ADINA

24.12.2017 tarih 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 100. maddesi uyarınca, sanık … müdafiinin duruşmalı inceleme talebinin reddiyle, incelemenin takdiren evrak üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
Sanıklar …, …, … ve … hakkında kamu malına zarar verme suçlarından ilk derce mahkemesince verilen hükümlerle ilgili Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen esastan red kararları cezaların miktarına göre kesin olduğu anlaşılmakla; sanıklar ve müdafilerinin temyiz istemlerinin CMK’nin 298. maddesi uyarınca ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.
A)- Sanıklar …, …, … ve … hakkında nitelikli yağma suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Sanıklar hakkında ilk derece mahkemesince verilen nitelikli yağma suçundan mahkumiyetlerine ilişkin kararla ilgili, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi tarafından verilen esastan red kararının, yapılan yargılamaya, dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olduğu, suçun sübutuna ve vasfına ilişkin belirlemeler ile ../..
S/2

uygulanan kanun maddelerinde eleştiri sebebi dışında isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla; sanıklar…,…. ile sanıklar müdafilerinin suçun sübutuna, iştirak bulunmadığına, suç vasfına yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle temyiz başvurusunun tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak ESASTAN REDDİNE,
B)- Sanıklar …, …, … ve … hakkında mağdur …’a yönelik nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Bölge Adliye Mahkemesi tarafından istinaf taleplerinin esastan reddine karar verilmiş ise de; ilk derece mahkemesine ait kararın gerekçesinde sanıkların eylemi mağdur …’ı yakalanmamak amacıyla olası kastla öldürmeye teşebbüs olarak tanımlayıp sanıklar hakkında (yasada uygulanma olanağı olmadığı halde) TCK’nin 37/1, 82/1-h, 21/2, 35, 62. maddelerinin uygulandığının anlatılmasına rağmen, hüküm fıkrasında bu gerekçeye uygun olmayan başka bir uygulama yapılarak hüküm ile gerekçe arasında çelişki oluşturulması,
Temyiz başvurusunun kabulü ile bozmayı gerektirmiş olup sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine, karar örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 26/06/2019 gününde oy birliği ile karar verildi.


Ceza Genel Kurulu         2017/786 E.  ,  2019/496 K.

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 131-122

Sanık … hakkında nitelikli yağma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın eyleminin nitelikli hırsızlık ve kasten yaralama suçlarını oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 142/1-b, 143, 31/3 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 4 ay 20 gün hapis, aynı Kanun’un 86/2, 29, 31/3 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK’nın 52/2-4. maddesi uyarınca kasten yaralama suçundan verilen hapis cezasının 1.000 TL adli para cezasına çevrilmesine ve taksitlendirmeye ilişkin Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.03.2012 tarihli ve 48-64 sayılı hükümlerin, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 17.03.2016 tarih ve 9064-1981 sayı ile;
“…1- Oluş ve tüm dosya kapsamına göre, sanığın olay günü katılanın ikametine giderek birlikte televizyon izleyip alkol aldıkları, katılanın bir ara ihtiyaç gidermeye odadan çıktığı, sanığın masa üzerindeki telefonu fark ettiği, bu sırada odaya dönen katılanı darbedip, etkisiz hâle getirdikten sonra masanın üzerinde duran telefonu alıp, devam eden günlerde ise tanık …’ya 40 TL karşılığında satması şeklinde gerçekleşen sanığın eyleminin, nitelikli yağma suçunu oluşturduğu düşünülmeden yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,”
2- Mahkemece 5271 sayılı Yasa’nın 150. maddesi uyarınca, sanığın savunmasını yapmak üzere zorunlu savunman görevlendirilmesi nedeniyle, savunmana ödenen avukatlık ücretinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı biçimde, sanığa yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi,” isabetsizliklerinden ceza miktarı itibarıyla kazanılmış hakkın saklı tutulması suretiyle bozulmasına karar verilmiştir.
2 numaralı bozma nedenine uyan Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 25.04.2016 tarih ve 131-122 sayı ile;
“…Yargıtay 6. Ceza Dairesinin kararının eylemin kabulü kısmında belirtildiği şekilde eylem gerçekleşmiş değildir. Yargıtay eylemin kabulü kısmında masa üzerinde bulunan cep telefonu alınmadan önce suça sürüklenen çocuk tarafından mağdura karşı darp eylemi gerçekleştirilerek mağdurun etkisiz hâle getirilmek suretiyle cep telefonu alındığı belirtilmiş ise de; bu kabul dosya kapsamı ile uyumlu değildir. Mağdur soruşturma aşamasında alınan iki beyanında ve yargılama aşamasındaki beyanında suça sürüklenen çocuğun cep telefonunu almadan önce kendisine yönelik herhangi bir şekilde darp eylemi gerçekleştirmediğini açıkca ifade etmektedir. Mahkememizin 21/03/2012 tarihli oturumunda mağdura suça sürüklenen çocuğun kendisini cep telefonunu almadan önce de dövüp dövmediği açıkca sorulmuş mağdur suça sürüklenen çocuğun kendisini dövmeden önce kendisinden cep telefonunu istemediğini, başka sebepten ötürü kendisini dövdükten sonra evden çıkarken cep telefonunu alıp gittiğini belirtmiştir.
Bilindiği üzere yağma suçunun temel unsuru mağdura karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle mağdurdan mal varlığı elde etmektir. Tüm dosya kapsamına göre suça sürüklenen çocuğun mağdura yönelik gerçekleştirmiş olduğu darp eylemi cep telefonunu almaya ilişkin değildir. Gerek suça sürüklenen çocuk gerekse mağdur, cep telefonunun alınması için mağdura karşı darp eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin hiçbir beyanda bulunmamışlardır. Aksine suça sürüklenen çocuk mağdurun kendisine hakaret etmesi üzerine onu dövdüğünü belirtmiştir. Zaten suça sürüklenen çocuk da cep telefonu almadığını belirtmektedir.
Suça sürüklenen çocuğun mağdura yönelik darp veya tehdit eylemi gerçekleştirerek cep telefonunu aldığına ilişkin şüphe uyandıracak boyutta dahi hiçbir kanıt veya iddia yoktur. Hâl böyle iken suça sürüklenen çocuğun alt sınırı 10 yıldan başlayan konutta yağma suçunu gerçekleştirdiğinin kabulü mümkün değildir.” şeklindeki gerekçeyle 1 numaralı bozmaya direnerek sanığın önceki hükümler gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.06.2016 tarihli ve 255348 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1206-1508 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 25.05.2017 tarih ve 650-1457 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın eyleminin ayrı ayrı nitelikli hırsızlık ve kasten yaralama suçunu mu, yoksa bir bütün hâlinde nitelikli yağma suçunu mu oluşturduğu,
2- Nitelili hırsızlık ve kasten yaralama suçunu oluşturduğunun kabul edilmesi hâlinde kasten yaralama suçu açısından şikâyetten vazgeçme nedeni ile sanıktan vazgeçmeyi kabul edip etmediğinin sorularak sonucuna göre hüküm kurulmasının gerekip gerekmediğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
26.05.2011 tarihinde sanığın bir şişe şarap alıp beraber dizi izlemek üzere mağdurun evine geldiği, saat 22.00 sıralarında sinirlenip mağdurun yüzüne yumruk ile vurduğu, ardından masanın üzerinde duran cep telefonunu alarak evi terk ettiği, daha sonra suça konu cep telefonunu tanık …’ya 40 TL karşılığında sattığı, tanık Nuh’un da paraya ihtiyacı olması nedeni ile söz konusu telefonu berber dükkânına gelen tanık …’ye 65 TL karşılığında verdiği, cep telefonuna çalıntı olduğuna dair yasal uyarı gelmesi üzerine polis merkezine teslim edildiği iddiası ile sanık hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası açıldığı,
Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesince düzenlenen 27.05.2011 tarihli raporda; mağdurun her iki yanağında ve sol kaburga bölgesinde ekimozlar bulunduğu, yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğunun belirtildiği,
Aynı Hastanece düzenlenen 03.06.2011 tarihli raporunda; sanığın vücudunda darp ve cebir izinin bulunmadığının bildirildiği,
03.06.2011 tarihli Kolluk tutanağında; Polis Merkez Amirliğine müracaat eden … isimli şahsın 29.05.2011 tarihinde yani suç tarihinden dört gün sonra sanık … isimli şahıstan satın alıp üç gün sonra … isimli şahsa sattığı çalıntı olduğunu sonradan öğrendiği Nokia 2200 model 355948/04/218620/6 IMEI numaralı telefonu teslim ettiğinin belirtildiği,
09.06.2011 tarihli takdiri kıymet ve teslim tutanağında; söz konusu cep telefonunun ikinci el fiyatının 120 TL olduğunun bildirildiği,
HTS kayıtlarında; telefonun, olay saatinden beş dakika önce saat 21.55’te son kez mağdur tarafından kullanıldığı, ertesi gün saat 13.51’den 30.05.2011 tarihine kadar …adına kayıtlı bir numara ile, 30.05.2011 tarihinden itibaren de tanık … tarafından kullanıldığının tespit edildiği,
Sosyal Hizmet Uzmanı görüşme raporunda; sanığın sosyal, ruhsal, duygusal ve mental gelişiminin normal olduğunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur Kollukta; babası esrar sattığı için cezaevinde bulunan sanığın 26.05.2011 tarihinde saat 22.00 sıralarında elinde bir şişe şarapla evine geldiğini, Kurtlar Vadisi isimli diziyi izlerken şarabı içmeye başladıklarını, alkolün etkisi ile sanığın birdenbire hırçınlaştığını, daha ne olduğunu anlamadan yumruk ile yüzüne vurduğunu, ablasının kendisine satın aldığı markasını ve modelini bilmediği cep telefonunu alarak gittiğini, alkolün etkisi altında olması, sanığın genç ve güçlü olması nedenleri ile kendini savunamadığını, yine alkolün etkisi ve almış olduğu darbelerden dolayı kendinden geçtiğini, bu nedenle hemen polisi arayamadığını, kendine gelince hastaneye gidip tedavi olduğunu,
Savcılıkta; sanığın kendisinden zorla aldığı cep telefonunu bir berbere sattığını, bu şahsın da telefonun çalıntı olduğuna dair mesaj gelmesi üzerine Çocuk Şube Müdürlüğüne suça konu cep telefonunu götürdüğünü, tarihini tam olarak hatırlayamadığı bir zaman diliminde Şubeye giderek telefonunu teslim aldığını, suça konu telefonu ablasının kızı olan …’e verdiğini, zaten telefonun faturasının da Arzu’nun üzerine olduğunu, suça konu telefonun IMEI numarasını ve o tarihte kullandığı cep telefonu numarasını bilmediğini, şikâyetçi olduğunu, uzlaşmak istemediğini,
Mahkemede; serbest muhasebeci yanında çalıştığını, sanığı aynı mahallede oturmaları nedeni ile tanıdığını, olay akşamı evinde yalnız başına otururken sanığın şarap alıp evine geldiğini, getirdiği şarabı beraber içtiklerini, sarhoş olduklarını, tuvalete gidip gelince başının döndüğünü, sanığın ortada hiçbir şey yokken kendisini dövdüğünü ve masanın üzerindeki telefonunu alıp gittiğini, olay gecesi baygın olduğunu, ertesi sabah saat 10.30 sıralarında polise müracaat ettiğini, hastaneye götürüldüğünü, sanığı telefonunu alıp giderken gördüğünü ancak gücü olmadığından dolayı müdahale edemediğini, şikâyetçi olduğunu, soru üzerine İMEI numarasını bilmese bile telefonunun kızaklı olması nedeni ile karakolda teşhis ettiğini, sanığı olay gecesi kapıyı çalması üzerine huzursuzluk çıkartabilir düşüncesi ile evine almak zorunda kaldığını, sanığın daha önce evine gelmediğini, ilk kez o gece geldiğini, sanığın kendisini dövdükten sonra telefonunu aldığını, öncesinde suça konu cep telefonunu istemediğini, sanığın istemesi üzerine şarkı açtığı cep telefonunu masanın üzerine koyduğunu, bozma sonrası ise şikâyetinden vaz geçtiğini,
Tanık … …aşamalarda; öz dayısı olan mağdurun yalnız yaşayan fakir bir insan olduğunu, suça konu Nokia 2220 marka 355 …IMEI numaralı telefonu kullanması için dayısına verdiğini, tanımadığı bir şahsın döverek suça konu cep telefonunu dayısının elinden aldığını öğrendiğini, bunun üzerine Telekominikasyon Kurumunu arayarak durumu bildirdiğini, cep telefonunun görüşmelere kapatılmasını istediğini, telefonu satın alan kişiye kullandığı telefonun çalıntı olduğuna dair mesaj gittiğini, bu şahsın da söz konusu telefonu polis karakoluna götürüp teslim ettiğini, dayısı olan mağdurun da telefonu artık kullanmak istemediğini söyleyerek kendisine getirdiğini,
Tanık … aşamalarda; söz konusu cep telefonunu arada sırada iş yerine tıraş olmak için gelen sanıktan 29.05.2011 tarihinde saat 20.30 sıralarında 40 TL’ye satın aldığını, paraya ihtiyacı olduğunu söyleyen sanığa cep telefonunu nereden aldığını, faturasının olup olmadığını sorduğunu, onun da telefonu abisinin kendisine satın aldığını, faturasını sonradan getirebileceğini söylediğini, iki gün kullandığı telefonu müşterisi olan …’ye 65 TL karşılığında sattığını, çalıntı mesajı gelince söz konusu cep telefonunu geri alıp polis merkezine götürdüğünü,
Tanık … aşamalarda; suça konu Nokia 2220 marka 355 …IMEI numaralı telefonu müşteresi olduğu berber …’dan 01.06.2011 tarihinde 65 TL karşılığında satın aldığını, 03.06.2011 tarihinde “Kullandığınız telefon çalıntıdır.” şeklinde bir mesaj geldiğini, telefonu satın aldığı …’nın parasını iade edip telefonu geri aldığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık Savcılıkta; bir bebek mağazasında satış görevlisi olduğunu, olay gecesi “Çetin Ağabey” diye hitap ettiği mağdurun evine gittiğini, birlikte şarap içerek Kurtlar Vadisi isimli diziyi izlediklerini, sarhoş olup kendisine küfretmeye başlayan mağdurun yüz kısmına yumruk ile vurduğunu, iddia edildiği gibi masanın üzerindeki cep telefonunu almadığını, mağdurun evine daha önce de birkaç kez gittiğini, olay gecesi de mağdur davet ettiği için yanına gittiğini, suçlamayı sadece kasten yaralama bakımından kabul ettiğini,
Mahkemede; mağdurun herhangi bir sebep yokken kendisine “Ananı avradını sinkaf ederim.” diye küfrettiğini, küfretmemesi için kendisini uyardığını, buna rağmen mağdurun üstüne yürüdüğünü, kendisine tokat attığını, bunun üzerine mağdura karşılık verip birkaç tokat da kendisinin attığını ve oradan kaçtığını, cep telefonunu almadığını,
Savunmuştur.
TCK’nın 148. maddesinde yağma suçu; “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Madde gerekçesinde; “Hırsızlık suçundan farklı olarak yağma suçunun oluşabilmesi için mağdurun rızasının cebir veya tehdit kullanılarak ortadan kaldırılması gerekir. Yağma suçunun tamamlanabilmesi için kullanılan cebir veya tehdidin etkisiyle mağdur malı teslim etmeli veya alınmasına karşı koyamamalıdır. Malın teslim edilmesi veya alınması, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesini, mağdurun bu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesini ifade eder. Mal, zilyedin tasarruf olanağı ortadan kalktığı anda alınmış olacağından, bu ana kadar yapılan cebir veya tehdit, hırsızlığı yağmaya dönüştürür. Örneğin evin içindeki eşyayı alıp kapıdan çıkarken mal sahibi ile karşılaşan hırsız, ona karşı cebir veya tehdit kullanacak olursa, yağma suçu oluşur. Mal alındıktan yani hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra, bunu geri almak isteyen kişiye karşı cebir veya tehdide başvurulması hâlinde, yağma suçundan söz edilemez. Hırsızlık suçuna konu malın geri alınmasını önlemek amacına yönelik olarak kullanılan cebir veya tehdit ayrı suçların oluşmasına neden olur. Bu durumda gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerekir.” açıklamasına yer verilmiştir.
Suç tarihi itibarıyla yürürlükteki 149. maddede de yağma suçunun; “Silâhla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, birden fazla kişi tarafından birlikte, yol kesmek suretiyle ya da konut veya işyerinde, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, gece vakti, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla” işlenmesi nitelikli hâl olarak kabul edilmiş, aynı maddenin ikinci fıkrasında yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerin de uygulanacağı belirtilmiştir.
Yağmanın temel şeklinin düzenlendiği 5237 sayılı TCK’nın 148. maddesinin birinci fıkrası uyarınca; kişinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceği ya da malvarlığı bakımından büyük bir zarara uğratılacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur bırakılması yağma suçunu oluşturur. Suç anılan değerlere yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit veya cebir kullanılması suretiyle gerçekleşir.
Yağma; başkasının zilyetliğindeki taşınabilir malın, zilyedin rızası olmadan faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınması olduğundan “zor yoluyla hırsızlık”, bir kişiye karşı kullanılan icbar araçlarıyla haksız bir menfaat elde etmek şeklinde de tanımlanmıştır. Hırsızlık ile yağma suçları aynı ortak unsurlara sahip olup ayrıldıkları tek nokta ya da başka bir deyişle yağmanın, hırsızlığa oranla sahip olduğu ilave unsur, malı almak için cebir veya tehdit kullanılmasıdır.
Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılır, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanır.
Yağma, tehdit veya cebir kullanma ile hırsızlık suçlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bileşik bir suç olduğundan birden çok hukuki değeri korumaktadır. Kendisini oluşturan suçların korudukları hukuki değerler olan kişi hürriyeti, vücut dokunulmazlığı, zilyetlik ve mülkiyet yağma suçunun da koruduğu hukuki değerlerdir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
26.05.2011 tarihinde mahalleden tanıdığı mağdurun evine elinde bir şarap şişesi ile giden sanığın, mağdur ile birlikte televizyon izleyip şarap içtiği, 22.00 sıralarında bir anda mağdurun yüzüne yumruk ile vurup basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralayıp masanın üzerinde bulunan mağdura ait cep telefonunu alarak evden ayrıldığı, mağdur sanığın cep telefonunu aldığını gördüğü halde karşı koyamadığı anlaşılan olayda; sanığın alkollü hâldeki mağduru yaralayıp zor duruma düşürerek suça konu cep telefonunun alınmasına karşı koymamaya mecbur kıldıktan sonra cep telefonunu alması karşısında sanığın eylemlerinin ayrı ayrı nitelikli hırsızlık ve kasten yaralama suçlarını değil bir bütün hâlinde nitelikli yağma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkûmiyet hükümlerinin, sanığın eylemlerinin bir bütün hâlinde nitelikli yağma suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Birinci uyuşmazlık konusunda ulaşılan sonuç karşısında ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.04.2016 tarihli ve 131-122 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükümlerinin, sanığın eylemlerinin bir bütün hâlinde nitelikli yağma suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.


1. Ceza Dairesi         2017/3028 E.  ,  2019/3225 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Kasten öldürmeye teşebbüs, nitelikli yağma, nitelikli yağmaya teşebbüs
HÜKÜM : Sanıklar hakkında; mahkumiyet.
TEMYİZ EDENLER : O yer Cumhuriyet savcısı, sanıklar ve müdafileri.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık … hakkında; mağdur …’a yönelik kasten öldürmeye teşebbüs, sanık … hakkında; mağdur …’a yönelik yağma, mağdur …’e yönelik yağmaya teşebbüs suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç nitelikleri tayin, cezayı azaltıcı bir sebebin bulunmadığı kabul ve takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle değerlendirilmiş ve reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde düzeltme ve bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık … ve müdafiinin, bir sebebe dayanmayan; sanık …’nın, suçun sübutuna ve lehe hükümlerin uygulanmasına; sanık … müdafiinin, suçun sübutuna, müştekinin yaralarının özelliğinin ve silahların niteliği yönünden mermilerin kaç silahtan çıktığının araştırılmadığına, haksız tahrik uygulamasında cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak verilmesine ve takdiri indirim uygulanmamasına; Cumhuriyet savcısının, sair hususlara ilişkin ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle;
Sanık … hakkında; mağdur …’a yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hüküm yönünden;
Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında …/…

mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulama kanuna aykırı ise de, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, CMUK’un 322. maddesinin tanıdığı yetkiye dayanılarak hüküm fıkrasının mahsus bölümünde yer alan TCK’nin 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek TCK’nin 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
Sanık … hakkında; mağdur …’a yönelik nitelikli yağma, mağdur …’e yönelik nitelikli yağmaya teşebbüs suçları yönünden yapılan incelemede;
1) Sanığın, sabit olan mağdur …’a yönelik nitelikli yağma suçundan TCK’nin 220/5. maddesi delaletiyle 149/1-a-c-d-f-g maddeleri uyarınca, yine mağdur …’e yönelik nitelikli yağmaya teşebbüs suçundan TCK’nin 220/5. maddesi delaletiyle 149/1-a-c-d-f-g ve 35/2. maddeleri yerine yazılı şekilde hüküm kurulmak suretiyle eksik ceza tayini,
2) Sanık hakkında mağdur …’e yönelik yağmaya teşebbüs suçundan hüküm kurulurken teşebbüse ilişkin uygulama maddesinin yazılmaması,
3) Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümlerinin değerlendirilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanıklar ve müdafileri ile Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 19/06/2019 gününde oy birliği ile karar verildi.

19/06/2019 gününde verilen işbu karar Yargıtay Cumhuriyet Savcısı … ün huzurunda ve duruşmada savunmasını yapmış bulunan sanık … müdafii Avukat … ‘nin yokluğunda 20/06/2019 gününde usulen ve açık olarak anlatıldı.



Ceza Avukatı Nedir?

Türk Ceza Kanunumuzda ceza avukatı veya ağır ceza avukatı gibi bir ayrım yapılmamıştır. Teorik anlamda olmayan ceza avukatlığı terimi aslında pratik hayatta var olan bir durumdur. Ceza Avukatı alanında kendini geliştiren avukatlar genelde kasten yaralama, hakaret, dolandıcılık gibi suç alanı tiplerinde kendilerini geliştiren avukatlara denir. Ancak daha ağır ceza davaları gibi yüksek ceza alınma ihtimali olan davalar yani kasten adam öldürme, nitelikli dolandıcılık, yağma suçları gibi alanlar da ise halk dilinde ağır ceza avukatı denmektedir.

Diğer Ceza Davaları;

Yağma ( Gasp Suçları ) , Nitelik Yağma ( Gasp ) , Kasten Adam öldürme, Kasten adam öldürmeye teşebbüs, kaçakçılık, işkence, uyuşturucu ticareti, cinsel istismar , cinsel saldırı , insan ticareti suçu, dolandırıcılık gibi suçlar yer almaktadır.

Bu ceza davalarının her biri kendi içinde incelenmesi gereken ceza unsurları bulunmaktadır. Bu sebeple ceza avukatı olarak dosyayı üstlenecek avukat bu hususlarda vatandaşlara hukuki yardımda bulunarak hak kayıplarının önüne geçebilecektir.

Ceza avukatı, ağır ceza avukatı, fark etmeksizin her avukat en başta müvekkilinin hak arama hürriyetini yerine getirerek kutsal bir mesleğin yerine getirilmesine öncülük etmektedir.

Bu sebep hakkınızda açılmış olan bir ceza davası bulunuyorsa adliyeler önünde avukat olmayan kişiler tarafından yazılan arzuhalci veya dilekçeciler ile taleplerini yazmayınız. Avukatlar aracılığı ile dilekçelerinizi veya savunmanızı gerçekleştiriniz.

En iyi ceza avukatı veya buna benzer uzman ceza avukatı tabirlerini avukatlar kullanamazlar. Avukatlık mesleği buna izin vermemektedir. Her avukat kendi dosyası üzerinde gerekli özeni göstermekle yükümlüdür. Ancak tecrübe denilen durum tabiki önemlidir.

Acil durumlarda avukatınıza iletişim sağlayamadınız takdirde online hukuki danışmanlık servisi ile avukatlık ücretini ödeyerek telefondan gerekli bilgiyi alabilirsiniz. Bunun için Avukatlık asgari ücret tarifesine göz atarak sözlü danışma ücretinin ne kadar olduğunu öğrenebilirsiniz.

2019 Avukatlık Asgari ücret tarifesine göre sözlü danışma ücreti,

Dava ve Takiplerin Dışındaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret

1.  Büroda sözlü danışma (ilk bir saate kadar)                                                                375,00 TL
Takip eden her saat için                                                                                                            218,00 TL
2. Çağrı üzerine gidilen yerde sözlü danışma (ilk bir saate kadar)                       750,00 TL
Takip eden her saat için                                                                                                            375,00 TL
3. Yazılı danışma için (ilk bir saate kadar)                                                                        750,00 TL
Takip eden her saat için                                                                                                            350,00 TL

Avukatlık ücretlerine ve daha fazla hukuki makale için http://www.tevfikyildirim.av.tr/ iletişime geçebilirsiniz.
https://cezaavukati.weebly.com/