Uyuşturucu Kullanma ve Ticareti Hukuka Aykırı Arama Yargıtay Kararı

Uyuşturucu kullanma suçu ve uyuşturucu ticareti suçundan yargılanan 2 sanık hakkında arama kararı bulunmaksızın yapılan mahkumiyet hükmünün bozulmasına ilişkin Yargıtay Kararı

20. Ceza Dairesi         2019/6625 E.  ,  2020/2711 K.

“İçtihat Metni”


Mahkeme : İSTANBUL 15. Ağır Ceza Mahkemesi
Suçlar : 1-Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma 2-Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hükümler : 1-Değişen suç vasfına göre kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılması

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
1-)Sanık … hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan verilen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararına ilişkin temyiz talebinin incelenmesinde:
Sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın, aynı maddenin 12. fıkrasına göre temyizi mümkün olmayıp, itiraza tabi olması nedeniyle, sanığın bu konudaki temyiz istemi itiraz olarak kabul edilerek, itirazla ilgili gerekli kararın yetkili ve görevli itiraz merciince verilmesi için, incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na İADESİNE,
2-)Sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün incelenmesinde:
1-) Oluş ve dosya içeriğine göre, … Gıda isimli bakkalda ihbar üzerine önleme araması kararına dayanarak yapılan aramada sanığın üzerinde ve tezgah altında uyuşturucu maddelerin ele geçirildiğinin anlaşılması karşısında, iş yerinde arama yapılabilmesi için CMK’nın 119. maddesi uyarınca hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı arama emri alınması gerektiğinden CMK’nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde adli arama kararı ya da yazılı arama emri bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
2-) Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi ve 7242 sayılı kanunla yapılan değişiklikler nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan hükmün BOZULMASINA, 10.06.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

İlgili Makaleler :


Uyuşturucu Kullanma Suçu Denetimli Serbestlik Kapatma Dava Düşmesi Yargıtay Kararı

Bu yazıda uyuşturucu suçundan ötürü kişi hakkında denetimli serbestlik kararı alınmış birine karşı usulsüz tebligat yapılması yani Tebligat Kanunu 35.maddesine göre yapılmasının denetimli serbestlik dosyasının kapatılmış olmasına ve ceza davasının açılmasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin Yargıtay kararı bulunmaktadır.

20. Ceza Dairesi         2019/6508 E.  ,  2020/2642 K.

“İçtihat Metni”


Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
Hüküm : Mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Sanığın yokluğunda verilen 06/11/2014 tarihli hükme ilişkin gerekçeli kararın, bilinen en son adresi olan talimat mahkemesinde 01/02/2011 tarihinde bildirdiği “Kışla mahallesi 52.cadde Tunahan İş Merkezi no:29/6 Merkez Antalya” adresine yapılan tebligatın iade olmasından sonra, dosyada bulunan ve görevli Polis Memurları’nca düzenlenen 20/02/2012 tarihli araştırma tutanağında ve ekindeki yerleşim yeri adresinin belirtildiği belgede yazılı adres kayıt sistemindeki “Pınarbaşı mahallesi 717 sokak no:4/10 Konyaaltı – Antalya” adresine 7201 sayılı Tebligat Yasasının 21.maddesindeki usullere göre tebliğ edilmesi yerine, önceki “Kışla mahallesi 52.cadde Tunahan İş Merkezi no: 29/6 Merkez Antalya” adresine Tebligat Yasasının 35.maddesindeki usule göre 29/01/2015 tarihinde yapılan tebliğin usulsüz olması karşısında, daha sonra “Pınarbaşı mahallesi 717 sokak no:4/10 Konyaaltı – Antalya” adresine 7201 sayılı Tebligat Yasasının 21.maddesine göre 10/04/2015 tarihinde yapılan usulüne uygun tebliğ ile temyiz süresinin başlaması gerektiği ve sanığın temyizinin süresinde olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;
Gerekçeli karar başlığında ”30/06/2009 ” olan suç tarihinin “02/03/2009” olarak gösterilmesi mahallinde düzeltilebilir görülmüştür.
1) Dosya kapsamına göre suç tarihinden sonra, hükümden önce 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’la değişik TCK’nın 191. maddesinde yer alan düzenlemeler yönünden değerlendirme ve karşılaştırma yapıldıktan sonra sonucuna göre, lehe kanun tespit edilerek sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, belirtilen nitelikte karşılaştırma ve somutlaştırma yapılmadan hüküm kurulması,
2) Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ile 5271 sayılı CMK’nın 34/1 ve 230. maddeleri gereğince hükmün gerekçe bölümünde, sanığın lehindeki ve aleyhindeki delillerin belirtilmesi, tüm delillerin ayrı ayrı tartışılarak değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilenlerin belirlenmesi, hangi delile hangi nedenlerle üstünlük tanındığının belirtilmesi, delillerle ulaşılan kanıya göre sanığın sabit kabul edilen fiilleri açıklanarak bunun nitelendirilmesi, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun saptanması gerektiği gözetilmeden, yetersiz gerekçe ile hüküm kurulması,
3) Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan dolayı tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine sanığın uymadığının bildirilmesi üzerine, Mahkemece sanığa “tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uymadığının iddia edilmesi nedeniyle, duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunması veya diyeceklerini duruşma gününe kadar yazılı olarak bildirmesi gerektiği, mazeretsiz olarak duruşmaya gelmediği ve diyeceklerini yazılı olarak bildirmediği takdirde tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uymadığı kabul edilerek hakkında hüküm kurulacağı” uyarısını içeren davetiye tebliğ edilmesi gerektiği halde, yukarıda belirtilen nitelikte davetiye tebliğ edilmeden veya sanık dinlenmeden sanığın yokluğunda savunma hakkı kısıtlanarak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uymadığından bahisle hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması,
4) Sanık hakkında verilen 05/07/2012 tarihli tedavi ve denetimli serbestlik kararının infazı için İzmir Denetimli Serbestlik Müdürlüğü’nce sanığa gönderilen 14.06.2013 tarihli çağrı yazısının; bilinen en son adresi olan 01.02.2011 tarihinde talimat mahkemesinde bildirdiği “Kışla mahallesi 52. cadde Tunahan İş Merkezi no: 29/6 Merkez Antalya” adresine ilk önce gönderilmesi, bu tebligatın iade olması halinde ise, dosyada bulunan ve görevli Polis Memurları’nca düzenlenen 20.02.2012 tarihli araştırma tutanağında ve ekindeki yerleşim yeri adresinin belirtildiği belgede yazılı adres kayıt sistemindeki “Pınarbaşı mahallesi 717 sokak no:4/10 Konyaaltı – Antalya” adresine 7201 sayılı Tebligat Yasasının 21.maddesindeki usullere göre tebliğ edilmesi yerine, sanığın daha önceki adresi olan “Üniversite mahallesi Karayel Mermer arkası Salihliler Sitesi no:13 Çeşme/İzmir” adresine Tebligat Yasasının 35.maddesindeki usule göre 07.10.2013 tarihinde yapılan tebliğin usulsüz olması karşısında, çağrıdan usulünce haberdar edilmeyen sanığın, hakkında verilen 05/07/2012 tarihli tedavi ve denetimli serbestlik kararının gereklerine uymadığının kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi,
5) Kabule göre de;
a- Sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçundan dolayı başka dava olup olmadığı, varsa sanığın bu suçu diğer davaya konu olan suç nedeniyle verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işleyip işlemediği belirlendikten sonra;
Sanık bu suçu, daha önce işlediği suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ise, 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlâl nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz” hükmü uyarınca, ikinci suçtan açılan bu davanın kovuşturma şartının ortadan kalkması nedeniyle, CMK’nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca “davanın düşmesine” karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
b- Sanığa verilen adli para cezası taksitlendirilirken, TCK’nın 52. maddesinin 4. fıkrası yerine 2. fıkrasının uygulama maddesi olarak gösterilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA, 09/06/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

İlgili Makaleler :

Uyuşturucu Avukatı İstanbul

Uyuşturucu avukatı istanbul‘da görev aldığı davaların çoğu uyuşturucu ticareti davası, uyuşturucu imalatı suçu, uyuşturucu kullanımı suçu gibi spesifik alanda faaliyet gösteren avukatları ifade etmek için insanlar tarafından telaffuz edilmektedir. Uyuşturucu davalarına bakan avukatlar istanbul nitelik bakımından git gide kendini geliştirirken uyuşturucu davaları avukatları aslında ceza avukatı alt başlığıyla bu alanı icra ederler.

Uyuşturucu Davalarına Bakan Avukatlar

Uyuşturucu davalarına bakan avukatlar istanbul’da bulunmaktadır. Genellikle internette veya eş dost tanıdık vasıtasıyla yapılan bu aramalar daha sonra ceza avukatı veya uyuşturucu davasına bakacak avukat ile anlaşma aşamasına gelinir. Uyuşturucu ticareti davası avukatı genellikle müvekkili tutuklu bulunmuş olduğundan avukatlık ücreti olarak bu kriterler dikkate alınarak belirleme yapılır.

Ceza Avukatı Uyuşturucu Davası

Uyuşturucu davasına bakan avukat ceza avukatıdır. Ceza avukatı olarak uyuşturucu ticareti, uyuşturucu kullanımı olmak üzere tüm davalara bakmaktadır. Uyuşturucu davası kamu davası olarak yürütülür. Ağır ceza mahkemelerinde görülen bu davalar da mutlaka bir ağır ceza avukatı vasıtasıyla takibinin yapılması sağlanmalıdır.

En iyi Avukatlar Listesi

Ceza davası en iyi avukatlar listesi diye bir liste bulunmamaktadır. En iyi avukat gibi bir tabirde bulunmamaktadır. Ceza davaları ve uyuşturucu davalarında tecrübesine ve kendisine güvendiğiniz her avukat ile çalışmakta özgürsünüz.

Uyuşturucu Davası Avukatları

Uyuşturucu davası avukatları müvekkillerinin lehine usul ve delillerin tartışılmasını mahkemede talep eder. Öncelikle delillerin nasıl elde edildiği hususu çok önemlidir. Uyuşturucu davalarında özellikle birçok insan sadece şüphe üzerine tutuklu yargılamaları yapılmaktadır.

En iyi ağır ceza avukatı

En iyi ağır ceza avukatı avukatlık savunma hakkını en iyi şekilde ve en güçlü şekilde kullanan avukattır. En iyi ağır ceza avukatı gibi bir tabir bulunmasa da bu alanda kendini yetiştirmeye çalışan bir çok ağır ceza avukatı bulunmaktadır.

En iyi Ağır Ceza Avukatı

En iyi ağır ceza avukatı gibi bir tabir olmasada insanların arayışını geçtiği bir arama türüdür. En iyi ağır ceza avukatı, ceza avukatı, boşanma avukatı, iş hukuku avukatı gibi bir teknik terim bulunmamaktadır. En iyi ceza avukatı arayarak davalarının kazanılmasını isteyen vatandaşlar şunu iyi bilmeliler ki hiçbir avukat davanın kazanılması için garanti veremez.

En iyi Ceza Avukatı

İnsanlar kendini mahkemede en iyi şekilde savunacak avukat arayışına girmektedirler. En iyi ceza avukatı veya en iyi ağır ceza avukatı arayışı insanların en sıklıkla aradığı bir durumdur. Ceza avukatı olarak anlaştığı avukatlardan çok fazla beklentiler içine girmektedirler.

Ceza Avukatı ve Ağır Ceza Avukatı

İnsanlar genelde Ceza avukatı olarak görev alan avukatlar asliye ceza mahkemeleri ve diğer mahkemelerin görevli olduğu mahkemelerde davalara girmesini beklerler. Ağır ceza avukatı olarak görev yapan avukatların ise işte uyuşturucu davaları, cinsel taciz, cinsel istismar, adam öldürme suçları gibi davaların görüldüğü ağır ceza mahkemelerinde görülen davaları takip ettiğini düşünürler. Bu görüş yanlıştır. Ceza avukatı veya ağır ceza mahkemesi gibi bir ayrım yoktur.

Ceza Avukatı İstanbul

ceza avukatı istanbul veya başka şehirlerde dava alabilmektedir. ceza avukatı olarak görev alan avukatlık bürosu istanbul dışındaysa dahi istanbulda ceza davasını alabilmektedir. Bu açıdan avukat ile etkileşime geçmede problem bulunmuyorsa ankara, izmir, diyarbakır fark etmeksizin ceza avukatı dava alabilmektedir.

Ceza Avukatı Tavsiye İstanbul

İstanbul’da ceza avukatı tavsiye eş ve dosttan tavsiye alabileceğiniz gibi insanlar kendileride avukatları tanıyarak avukat hakkında bilgi edinebilirler. ceza avukatı tavsiye istanbul‘da en çok avukat arama yöntemidir. Ama tavsiye ceza avukatı ile bazı durumlar anlaşma sağlanamayadabilir. Bu sebeple ceza avukatı ile birebir görüşmekte fayda bulunmaktadır.

Ağır Ceza Avukatı


Türkiye’de ağır ceza avukatı sayısı git gide bu alana ilgi duyan ceza avukatı sayısının artmasıyla birlikte nitelik kazanmaya başlamıştır. Ceza avukatı, ağır ceza avukatı gibi terimler avukatlık kanununda yer olmasa da pratikte bu alanda çalışan ceza avukatları bulunmaktadır.

Ceza Avukatı ile Ağır Ceza Avukatı

Ceza avukatı ile ağır ceza avukatı arasında bir fark yoktur. Ağır ceza avukatı tabiri genelde halk arasında yakıştırılan bir tabirdir. Ağır ceza avukatı, denilince ağır ceza mahkemelerinde olan davalara bakan avukatlar için söylenmektedir. Kasten öldürme, uyuşturucu ticareti suçu , cinsel istismar suçu, cinsel saldırı suçu gibi suçlar ağır ceza mahkemelerinde görülür. Ceza avukatı tabiriyle her türlü ceza davalarına bakan dava avukatıdır. Hakaret suçuda dahil olmak üzere uyuşturucu ticareti suçu olsun bütün davalara ceza avukatı davaları üstlenebilecektir.

Ceza Avukatı İstanbul

Ceza avukatı istanbul‘da sayısı gibi spesifik tutulmuş bir istatistik bulunmamaktadır. Ancak istanbul ceza avukatı anlamında nitelikli avukat artışıyla ilerleme göstermektedir.

İstanbul Ceza Avukatı Tavsiye

Tavsiye niteliğinde en büyük karar sizin avukat hakkındaki düşünceleriniz ve güveninizdir. ceza avukatı tavsiyesi alırken önemli olan fiyat olmamalıdır. Önemli olan gizlilik içerisinde davanızın tamamına kadar gerekli özeni göstermesidir.

Ceza Avukatı Ücreti

Ceza avukatı avukatlık ücreti avukatların en son konuştuğu hususlardan birisi olsa da yıllarca dosyaların takibi yapılacağı göz ardı edilmemelidir.



Cinsel İstismar Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu

Ceza Genel Kurulu         2015/265 E.  ,  2018/149 K.

“İçtihat Metni”

Mahkemesi :Ağır Ceza

Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan sanık …’nin 5237 sayılı TCK’nun 103/2, 103/6, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.12.2011 gün ve 38-409 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 30.10.2014 gün ve 12146-11836 sayı ile;
“…Sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Dosya içeriğine göre, 15 yaşı içerisindeki mağdurenin olaydan önce duygusal arkadaşlık kurduğu sanıkla, suç tarihinde anlaşarak birlikte ailesinden habersiz sanığın kaldığı eve giderek burada cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka neden olmaksızın cinsel ilişkiye girdiğinin sübut bulduğu anlaşılan olayda, mağdure hakkında Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 20.04.2011 günlü raporda ‘Mağdurede maruz kaldığı olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede travma sonrası stres bozukluğu tespit edildiği ve ruh sağlığının bozulduğu’ belirtilmiş ve bu rapor esas alınarak sanığın cezası TCK.nın 103/6. maddesi uyarınca arttırılmış ise de, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 765 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan objektif sorumluluğun kaldırılarak subjektif sorumluluğun kabul edildiği, 5237 sayılı TCK.nın 23. maddesi uyarınca failin, gerçekleşen fakat kastetmediği bir neticeden sorumlu tutulabilmesi için en azından taksirle hareket etmiş olması gerektiği, cebir, tehdit veya hile gibi iradeyi etkileyen herhangi bir hal olmaksızın mağdureyle cinsel ilişkiye giren sanığın bu eyleminden dolayı kastettiğinden daha farklı ve ağır bir neticenin meydana geldiğinin iddia olunduğu olayda, sanığın dosyaya yansıyan sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, mesleki tecrübesi, kişisel özellikleri, tarafların yaşları ve olayın gerçekleşme biçimi nazara alındığında, ağır netice olarak ortaya çıkacak olan mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın sanık tarafından öngörülemeyeceği ve taksirle dahi hareket etmesinin söz konusu olmayacağı, meydana gelen zararın 5237 sayılı TCK.nın 61. maddesi kapsamında cezanın bireyselleştirilmesinde alt sınırdan uzaklaşılması sırasında dikkate alınabileceği gözetilmeden, sanığın cezasında 5237 sayılı TCK.nın 103/6. maddesi ile arttırım yapılması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.12.2014 gün ve 185059 sayı ile;
“İtirazlarımız ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun basit cinsel istismarı suçunda TCK’nun 23. maddesinin uygulama alanının bulunmadığı konusunda toplanmaktadır.
Öncelikle konuya ilişkin yasa metinlerinin incelenmesinde;
Taksir
Madde 22 – (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç
Madde 23 – (1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.
Çocukların Cinsel İstismarı
Madde 103 – (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./12.mad) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
(7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
İlgili kanun maddesinin metninden açıkça anlaşıldığı ve doktrinde de benimsendiği üzere; ağır veya başka bir neticenin ortaya çıkması bakımından failin en azından taksirle hareket etmesi gerekir. Kişinin taksirinin bulunduğunun kabul edilebilmesi için ise, ‘neticenin öngörülebilir olması’ zorunludur. Ancak somut olay kusurluluk yönünden ortaya konulurken failden uyması beklenen davranış kalıbının kaynağının saptanıp buna göre değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Yargıtay 14. Ceza Dairesinin kararında vurguladığı ‘…sanığın dosyaya yansıyan sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, mesleki tecrübesi, kişisel özellikleri, tarafların yaşları ve olayın zora dayalı olmayan gerçekleşme biçimi…’ şeklinde ortaya koyduğu kriterler, esas olarak yazılı olmayan toplumsal deneyim ve kurallar nazara alınarak ortaya konacak öngörülebilirlik ölçütüne dayanmaktadır. Elbette ki 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu sisteminde objektif sorumluluk anlayışı terk edilmiştir ve bu itibarla failin ağır neticeye ilişkin kusurunun saptanmasına ilişkin olarak onun subjektif özellikleri nazara alınacak, ancak her durumda sanığın özelliklerine benzer durumdaki kişilerden beklenen davranış ve düşünce özellikleri, ihlal olunan davranış kalıbı ile ilişkilendirilmek suretiyle ortaya konulucaktır ki, bu da; TCK’nun 103/2. maddesinde düzenlenen normun ortaya koyduğu eylemin ve bunun suç haline getirilmiş olmasıyla önlenmek istenen sonucun, failin psişik aleminde onun kınanabilirliğini mümkün kılacak mahiyet ve derecesinin nerede başlayıp nerede sonlandığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu durum da, failin temel ceza normunun emrettiği davranış kalıbına ilişkin dikkat ve özen yükümlülüğünün tespitini hiç şüphesiz toplumsal yaşayıştan kaynaklanan ve ceza hukukuna ilişkin normların dışında kalan davranış kalıplardan kısmen farklı bir değerlendirmeye muhtaç kılmaktadır.
Yine diğer yandan belirtmek gerekir ki; ‘cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar’ bahsinde ortaya çıkan ve TCK’nun 102/5 ve 103/6. maddelerinde düzenlenen ‘ruh sağlığının bozulması’ şeklindeki ağır neticelerin, 5237 Sayılı TCK’da düzenlenen diğer neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan, örneğin kasten yaralama (TCK. 87/4), işkence (TCK. 95/4), çocuk düşürtme (TCK. 99/4), suçlarının ağırlaşmış hallerinden, hatta TCK’nun 102/6 ve 103/7. maddesindeki hallerden belirgin şekilde farklılık arz etmektedir. Zira anılan suçların tipik şeklinin kasten işlenmesi halinde ortaya çıkan ağır netice madde metinlerinin ağırlaşmış hallerinin cezalandırılabilirliğinden bağımsız olarak esasen TCK sistematiğinde ayrı bir suçu oluşturmaktadır. Yukarıda sayılan suçlarda bu sonuç ‘öldürme’ fiilidir. Yani fail, kasten işlediği suç tipinin dışında ceza kunununda ayrı müstakil bir suç teşkil eden başka bir ceza normunun koruma alanına girmektedir. Ancak ‘ruh sağlığı bozukluğu’ meselesinde ise durum bu şekilde ortaya çıkmamıştır. Nev’i şahsına münhasır bir düzenlemedir. Fail burada kasten işlediği suça ilişkin kanuni tipin ve bunun doğrudan korumaya amaçladığı alan içinde kalmakta ve esasen neticesi sebebiyle ağırlaşmış diğer suçlardan farklı olarak bu sınırların dışına taşmamaktadır. Bu nedenledir ki sanığın eyleminden sadır olan sonucun ona izafe edilebilirliği ve kınanabilirliği, neticesi sebebiyle ağırlaşmış diğer suçlardan ayrı olarak farklı bir davranış kalıbından kaynaklanmaktadır.
Sanığın taksiri belirlenirken, somut olayın objektif koşulları içerisinde, failin subjektif özelliklerine sahip makul ve tedbirli bir insanın yapması gereken davranışın ne olması gerektiği üzerinde durulmalıdır. Buna göre tespit edilen özenli davranış ile failin davranışı karşılaştırılarak failin sorumluluğu belirlenir.
Buna göre failin subjektif özelliklerine göre belirlenen ‘model ajan’ tespit olunurken, failin davranışlarının hangi davranış kurallarına ilişkin olarak ortaya çıktığının belirlenip ortaya konacak model ajanının buna göre belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Buradan hareketle dikkat ve özen kurallarının somut olayda olduğu gibi hukuk kuralları tarafından belirlenmiş olması durumunda, bu kurallar önleyici niteliktedir ve önlemeyi amaçladıkları zararlı neticeyi önleyici nitelikteki davranışı belirler. Önleyici normlar arasında da ayrım yapmak gerekir. Katı önleyici normlar önleyici davranışı kesin sınırlarıyla belirler ve bu hususta failin kişisel özellikleri nazara alınarak belirlenen model ajanın neyi öngörüp neyi öngöremeyeceği hususu normun düzenleniş şekli de dikkate alınarak belirlenmelidir. Normun düzenlenişi ile ortaya çıkması muhtemel ve önlenmesi amaçlanan zararlı sonuçların kapsamının bu belirlemede nazara alınması objektif sorumluluk olarak değerlendirilemez. Zira burada model ajanın öngörebileceği neticeler, ihlal olunan hukuk normunun düzenleniş ve hitap şekli itibariyle, kamu davasının sanığının kişisel özellikleri nazara alınarak kendisinin ortaya konan subjektif niteliklerini de kapsayacak bir durumu ortaya çıkarmaktadır. İhlal olunan davranış kalıbının düzenleniş şekli öyle bir özellik arz etmektedir ki kamu davasına konu somut olaydaki sanığın öngörme kabiliyeti ile farklı kişisel özelliklere sahip kişilerin aynı norm karşısındaki durumları nazara alınarak benzerlik göstermektedir. Bu husus, falin kişisel özelliklerinin öngörülebilirlik bakımından dikkate alınmadığı anlamına gelmemekte sadece ihlal olunan davranış kalıbının kapsamı ve önleyicilik gücünün bireylerden beklenebilirliği bakımından bazı durumlarda benzerlik arz edebileceğini ifade etmektedir. Ancak esnek hukuk normlarında model ajanın subjektif özellikleri bakımından her duruma özgü farklı davranış şekli ve öngörülebilirlik ortaya çıkar. Diğer bir anlatımla falin sorumlu tutulduğu netice yazılı ve önleyici hukuk normunun koruma alanı içinde kalmaktadır ki somut olayda da failin subjektif özellikleri yönünden ondan öngörmesi beklenebilecek neticeler bu koruma alanının içinde kalmaktadır.
Buradan hareketle belirtmek gerekirse; kanaatimizce Yüksek 14. Ceza Dairesi suçun sonucunda meydana gelen ağır netice yönünden ‘fail bakımından neticenin öngörülebilir’ olması kavramını yorumlayıp subjektif özellikleri itibariyle failden beklenecek davranışların ve öngörülebilirliğin kapsamının ne olduğunu tespit ederken failden uyması beklenen davranış kalıbını, içeriği ve sınırları yönünden değerlendirme dışı bırakarak ve bu durum gerek hukuki manasıyla gerekse reel alemde karşılık geldiği oluş itibariyle farklı bir duruma işaret ettiği halde, bu hususu nazara almaksızın bir sonuca ulaşmıştır. Yani somut olay kusurluluk yönünden ortaya konulurken failden uyması beklenen davranış kalıbının kaynağı saptanıp buna göre değerlendirme yapılmamıştır.
Taksirle meydana sebebiyet verilen netice, birşeyi yapmayı gerektiren davranış kurallarına aykırı bir davranışın, yani yapılması gereken şeyin yapılmaması veya bir şey yapmamayı gerektiren davranış kurallarına aykırı bir davranışın, yani yapılmaması gereken şeyin yapılmasının ürünü olduğu için faile yüklenir. Failin subjektif bilgi seviyesi ve yetenekleri bakımından kaçınabilir olmasına rağmen, objektif özen yükümlülüğüne aykırı davranarak ve subjektif olarak öngörülebilir olan neticeyi öngörmeyerek hareket ediş olması halinde taksirli sorumluluğunun kabulü gerekir.
Bu hususta taksirin ne olduğundan bahsedilmesinde fayda bulunmaktadır:
Taksirli sorumluluk yapısal olarak;
1-Kanuni düzenleme,
2-Neticeye sebep olunmuş olması
3-Objektif özen yükümlülüğünün ihlali
4-Suç tipinin subjektif olarak öngörülebilmesi,
kavramlarından oluşur.
Bu kez taksirin meydana gelmesi için gerekli şartlar irdelendiğinde;
1-Davranış kuralının ihlali gereklidir. Davranış kuralının ihlalinde model ajan ölçütü kullanılır. Önce failin içinde bulunduğu somut durumda özenli ve dikkatli bir model ajanın neticenin meydana gelmesini engellemek için nasıl hareket edeceği araştırılır.
2-Davranış kuralının ihlali ile netice arısında çifte bir bağ bulunmalıdır. Somut olayda meydana gelen netice, davranış kuralı ile korunmak istenen tehlikelerden biri olmalı ve eğer davranış kuralına uygun davranılmış olsa idi bu netice hiçbir zaman meydana gelmeyecekti denilebilmelidir.
3-Gerçekleşmiş olan somut netice model ajan tarafından öngörülebilir olmalıdır.
4-Fail, kişisel nitelikleri gereği, davranış kuralını anlama ve davranış kuralına uygun davranma olanağına sahip olmalıdır.
5-Fail kişisel kapasitesi ve bilgisi dahilinde somut neticeyi öngörebilecek durumda olmalıdır.
Sayılan koşullar ve yukarıda izah olunmaya çalışılan diğer hususlar nazara alınarak somut olay irdelendiğinde; objektif özen yükümlülüğü ister kaynağı kanunda gösterilsin, isterse gösterilmesin mutlaka bir hukuki değerle ilintilidir. Bir hukuki değerden soyut bir özen yükümlülüğünden bahsedilemez. Kamu davasına konu olayda bu, yaşı, bedensel ve ruhsal gelişimi itibariyle cinsel ilişki kurulmasının yasaklandığı mağdurenin ‘cinsel dokunulmazlık’ alanıdır ki bu alan yasa koyucu tarafından koruma altına alınarak, ihlali rızanın varlığı halinde dahi suç haline getirilmiştir. Mağdurun cinsel dokunulmazlık alanının korunması sadece fiziksel bir alanın değil hiç şüphesiz onun ruhsal durumunu da içine almış bir kapsama yönelen ve bu alana yapılacak müdahalelerin zararlı sonuçlarından mağdureyi azade kılmaya yönelmiş bir korumadır. Kanunu bilmemenin mazeret sayılmadığı hukuk sisteminde bu alana girmesi yasaklanan kişinin bu alana girmesiyle bu koşul sağlanmıştır.
Suç tipinin subjektif olarak öngörülebilmesi konusu ise; sonucun öngörülebilir olması failin kişisel özellikleri ile ilgilidir. Buradaki mesele, kasıtla gerçekleştirilen fiil sonucu meydana gelen ağır neticenin failin kişisel ve sosyal özellikleri yönünden ‘atipik’ bir sonuç olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Aslında kişisel özellikleri itibariyle falin bu sonuçlardan kaçınması imkanının bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Somut olayda fail, kişisel özellikleri ve sosyal durumu itibariyle 14 yaşında çocukla cinsel ilişkiye girmekle, kanun koyucu bu kurala uymayı emrettiği ve uyulması halinde sonuçların meydana gelmesinin önlenebileceğini bildirdiği halde bu davranış kalıbını ihlal etmekle uyması halinde kaçınabileceği bir sonucun meydana gelmesine sebebiyet vermektedir. Failin buradaki kınanabilirliği, kendisinden uyması beklenen davranış kalıbının ve ihlali durumunun husule getireceği zararların çok açık olarak kendisine bildirilmesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle meydana gelen sonuç fail tarafından öngörülmesi beklenemeyecek ‘atipik’ bir sonuç değildir. Şu halde neticenin öngörülebilir olup olmaması, kaza ve tesadüfle taksiri ayıran sınırdır. Somut olayda kendisinde zeka geriliği bulunmayan failin kişilik özellikleri yönünden meydana gelen sonuç tesadüftür denilemez.
Türk Ceza Kanunun 103/1. maddesinde yasak olan bir neticenin meydana getirilmemesi emredilirken aynı zamanda bu suçla korunan hukuki yarar için tehlike yaratılmaması da emredilmiştir. Bu durumda bahse konu kanun hükmü ihlal edildiğinde, bu ihlal aynı zamanda başka bir netice için de risk teşkil eder. Eğer bu risk gerçekleşir ise fail bu neticeden taksirli olarak sorumlu olur ki bu risk TCK’nun 103/6. maddesi ile açıkça gösterilmiştir ve mağdurun ruh sağlığının bu eylem sonucu bozulabileceği genel olarak toplumun her bireyine özel olarak da kamu davasına konu somut olayın sanığının kişisel özellikleri nazara alınarak belirlenen fail yönünden bilinebilir ve bu itibarla da öngörülebilir hale getirilmiştir. Ceza kanununu bilmemenin hukuken korunmadığı ve esas suç tipindeki eylemi gerçekleştirerek bu riski yaratan kamu davasının sanığı yönünden bu netice öngörülebilir bir netice olarak karşımıza çıkar. Hatta bu açıklama perspektifinde hadisenin bilinçli taksire yaklaşan bir durum arz ettiği dahi söylenebilir.
İtiraza konu olan somut olayda işlenen suç sonucunda meydana gelen ağır netice fail tarafından öngörülmemiş olabilir. Keza taksirin özü de budur. Zira taksirli suçlarda fail her durumda neticeyi öngörmemektedir. Zaten netice fail tarafından öngörülmüş ise ortaya çıkan olayın mahiyetine göre ‘bilinçli taksir’ veya ‘olası kasıt’ kavramlarının tartışılması bahis konusu olacaktır. Diğer bir anlatımla taksirli sorumlulukta fail esasen ‘öngörmediği’ neticeden sorumlu tutulmaktadır.
Kamu davasına konu somut olaydaki fail yönünden olduğu gibi faile benzer özellikler sergileyen benzer kişiler yani failin kişilik özellikleri ve sosyal durumuna göre subjektif manada tespit olunacak model ajan yönünden sonucun öngörülemez olduğu söylenemez. Zira kanun koyucu TCK’nun 103. maddesinde tanımlanan suçu ihdas etmekle, küçük yaştaki çocuk mağdurların beden ve ruh sağlığını korumayı amaçlamaktadır. Burada taksirli sorumluluğun sınırını bizzat ihlal edilen normun gerçekleşmesini önlemek amacında olduğu belli sonuçlar oluşturmaktadır. Fail burada kanunun yasakladığı bir eylemi gerçekleştirerek yasa metninin önlemeyi amaçladığı ve esasen bu kuralı ihlal etmemek yoluyla önleyebileceği bir sonucun gerçekleşmesine iradi hareketiyle sebebiyet vermektedir. Somut olayımızdaki sanığın da sahip olduğu kişilik özellikleri, sosyal durumu, mesleği ve olayın gerçekleşme biçimi nazara alınsa dahi en azından genel manada fiilinin mağdure üzerinde istenmeyen zararlı sonuçlar doğurabileceği öngörüsü sanıktan beklenebilir ve bu hususta sanığa kusur izafe edilebilir.
Sonuç olarak belirtmek gerekirse;
Sanık 15 yaşından küçük bir çocukla cinsel ilişkiye girmekle 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 103/2. maddesinde tanımını bulan suçu işlemektedir. Bu suça ilişkin davranışları iradi olarak ortaya koyan sanığın suç teşkil eden bir fiilden kaynaklanacak ağır neticeleri öngörmesinin beklenemeyeceği bir hal içinde olduğundan bahsedilemez. Olayın sergileniş şekli ve sanığın kişisel özellikleri nazara alınarak ortaya çıkan ‘öngörülebilir bir netice’ fail tarafından öngörülmemiştir. Ancak suç teşkil eden bu fiile ilişkin ortaya çıkan ağır neticelerin akıl sağlığı yerinde olan bir fail, hususen kamu davasının sanığı tarafından öngörülebilir olduğu ve bu sonuçların fail yönünden ‘atipik’ olmadığı tartışmadan uzaktır. Taksir; daima istenmeyen zararlı sonuçları önlemeye yönelik ve uyulması zorunlu bir davranış kuralına uymama ve kişiden buna uymasının istenebilirliğinin mümkün olması durumunda gündeme gelir. Yüksek Dairece sanığın taksirinin bulunmadığından söz edilirken failin meydana gelen ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için kanunun aradığı şartların asgarisinin üzerine çıkan bir anlayışla sonuca gidilerek kanımızca hatalı bir hukuki sonuca ulaşılmıştır. Zira 15 yaşının içinde ve sınır zeka düzeyinde bulunan çocuğu rızası ile de olsa istismar eden fail yönünden, eylemin mağdurenin ruh durumunda menfi değişikliklere yol açmayacağının öngörülememesi gibi bir durum söz konusu değildir. Anılan bu nedenlerle Yüksek Daire’nin TCK.’nun 23. maddesi hükmünü nazara alarak TCK’nun 103/6. maddesinin sanık hakkında tatbik edilemeyeceği konusundaki yorumunun kanun koyucunun amacı ve kanun metninin aradığı koşullar ile örtüşmeyen bir yorum olduğu değerlendirilmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Dairesince 22.01.2015 gün ve 11921-512 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar … ve … hakkında nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan beraat hükümleri temyiz edilmeksizin, sanık … hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ise Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında nitelikli cinsel saldırı suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı hal olmaksızın 15 yaşından küçük mağdureye karşı cinsel istismarda bulunan sanığın, zora dayalı olmayan bu eyleminden dolayı ortaya çıkan mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmadan sorumlu tutulup tutulamayacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Mağdure …’nun suç tarihinde 14 yıl 7 aylık olup ailesi ile Polatlı ilçesi Yenimehmetli köyünde ikamet ettiği ve suç tarihinden bir süre önce çalışmak amacıyla gittiği Polatlı ilçe merkezinde dayısının evinde yaşamaya başladığı,
Sanık …’nin suç tarihi itibarıyla yirmi sekiz yaşının içinde olduğu ve Polatlı ilçe merkezinde ikamet ettiği, işsiz ve okur-yazar olan sanığın sabıkasının bulunmadığı,
Mağdure ve sanığın tanışarak duygusal ilişki yaşamaya başladıkları, mağdurenin ikamet ettiği Yenimehmetli köyüne dönmesinden sonra da sanık ve mağdurenin telefon yoluyla görüşmeye devam edip birlikte kaçmaya karar verdikleri, suç tarihinde sanığın, inceleme dışı sanık …’nun kullandığı araç ile Yenimemetli köyüne giderek mağdureyi aldığı ve Polatlı ilçe merkezinde inceleme dışı sanık … ile birlikte yaşadığı eve götürdüğü, inceleme dışı sanıkların evden ayrılmasının ardından sanık ve mağdurenin cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı hal olmaksızın cinsel ilişkiye girdikleri, yürütülen soruşturma sırasında bu evde bulunarak ailesine teslim edildiği, kaçan sanığın ise yaklaşık dört ay sonra yakalandığı,
Sanık hakkında yürütülen soruşturma sonrası açılan kamu davası sırasında, İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 20.04.2011 tarihli raporda; mağdurenin sanığın eylemi nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunun mütalaa olunduğu,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun suç tarihinde yürürlükte bulunan “Çocukların cinsel istismarı” başlığını taşıyan 103. maddesi;
“(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,
Anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) (Değişik:29.6.2005-5377/12 md.) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
(7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” hükümlerini taşımaktadır.
Görüldüğü gibi maddenin ilk fıkrasında suçun temel şekli, iki, üç, dört ve beşinci fıkralarında suçun nitelikli halleri, altıncı ve yedinci fıkralarında ise fiile bağlı netice sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiştir. Maddenin 6. fıkrasının gerekçesinde; “söz konusu suçun işlenmesi suretiyle mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir” denilmiştir.
Somut olayda, eylem vücuda organ sokulmak suretiyle işlenmiş ve eylem neticesinde mağdurenin ruh sağlığının bozulmuş olması nedeniyle, cinsel istismar suçunun hem nitelikli halinin, hem de neticesi sebebiyle ağırlaşmış halinin bir arada gerçekleştiği görülmektedir.
765 sayılı TCK’nunda objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’nunda objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde buna uygun olarak “kusura dayalı sorumluluk” ilkesi benimsenmiş, bir fiil ile bağlantılı olarak ortaya çıkan ağır sonuçlar bakımından failin en azından taksirinin bulunması aranarak netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2017, s.241-242)
5237 sayılı TCK’nun “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi; “(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir. Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel istismar suçunda mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulması, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, İstanbul 2011, 7. Bası, s. 407 vd.; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara 2014, s. 361 vd;)
Cinsel istismar suçlarında, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halinin söz konusu olduğu ve gerek uygulamada gerekse öğretide kabul edildiği üzere ortada bağımsız bir suç bulunmayıp, meydana gelen ağır neticeden dolayı cezanın ağırlaştırıldığı kabul edilmektedir. Mağdurun ruh sağlığının bozulması halinde, bağımsız ve müstakil ceza belirlenmesini gerektiren bir suç hali bulunmayıp, suçun temel şekline nazaran cezanın daha ağır belirlenmesini gerektiren bir artırım nedeni söz konusudur. Cezanın hesaplanmasında bu hal diğer artırım nedeniyle birlikte gözetilecektir.
Kanunda beden veya ruh sağlığının bozulması kavramlarının tanımına yer verilmemiş olup, Anayasa Mahkemesinin 26.02.2009 gün ve 96-34 sayılı kararında da belirtildiği üzere; kanunkoyucu burada, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halini cinsel istismar suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali olarak öngörmüş ve bu kavramın her somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesini ise uygulamaya bırakmıştır. Beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığı konusu, mağdurların yaşı, bedensel gelişim derecesi, ruhsal, sosyal ve kültürel yapılarına göre göreceli bir nitelik taşıdığından, söz konusu durumun her somut olayda ilgili uzmanların raporlarıyla ortaya konulması gerekmektedir.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için bu noktada neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçta taksir kavramı üzerinde de durulmalıdır.
TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirden söz edilebilmesi için hareketin iradi olması, sonucun istenmemesi, hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması ve sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması gerekmektedir. Başka bir anlatımla iradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirinden söz edilemeyecektir. Neticenin öngörülebilir olup olmadığı ise failin yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın çocuğun cinsel istismarı suçundan cezalandırılmasına karar verilen, oluş ve kabul yönünden bir uyuşmazlık bulunmayan olayda; vücuda organ sokulması suretiyle gerçekleştirilen eylemin, mağdurenin ruh sağlığının bozulmasına neden olduğu Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu raporuyla belirlenmiştir. 15 yaşından küçük mağdure ile cinsel ilişkiye giren, mağdureden onüç yaş büyük olan sanığın, içinde bulunduğu sosyal ortam ve kişisel özellikleri itibariıyla gerçekleştirdiği bu eylem sonucunda ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmayacağını öngöremeyeceğini kabul etmek mümkün değildir. Bu nedenle sanığın en azından taksir derecesinde kusurunun bulunduğu kabul edilmelidir. Bu bakımdan sanık hakkında TCK’nun 103/6. maddesini uygulayan yerel mahkemenin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, sanığın eyleminin çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunu oluşturması nedeniyle TCK’nun 103. maddesinde 6545 ve 6763 sayılı Kanunlarla yapılan değişikliklerin sanık lehine sonuç doğurmadığı anlaşıldığından, bu konuda lehe yasa değerlendirmesi yapılmasına gerek görülmemiştir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 30.10.2014 gün ve 12146-11836 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
3- Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.12.2011 gün ve 38-409 sayılı hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Basit Cinsel Saldırı Yargıtay Bozma Dissosiyatif Kriz

Basit Cinsel saldırı suçundan ötürü Yargıtayın bozma kararı aşağıda yer verilmiştir.

14. Ceza Dairesi         2017/3782 E.  ,  2018/2681 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde basit cinsel saldırı
HÜKÜM : Basit cinsel saldırı suçundan mahkumiyet

İlk derece mahkemesince bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 24.03.2014 tarihli raporunda mağdurenin “olay sırasında Dissosiyatif Kriz denilen psikiyatrik bir rahatsızlık içerisinde olduğunun anlaşıldığı, bu psikiyatrik rahatsızlığın doğası gereği, çevresel uyaranların algılanması ile geçmiş yaşantıların bu kriz esnasında karıştırılabileceği, bu nedenle olay sırasında etrafındaki hadiseleri gerçeğe uygun şekilde algılama yeteneğinin zayıflaması veya yitirmiş olması ihtimalinin bulunduğu, ancak bu ayrımın kesin olarak yapılmasının tıbben mümkün olmadığının” belirtilmesi karşısında, olay yerini gösteren kamera kayıtları, savunma ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçu işlediği hususunda cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve inandırıcı delil elde edilemediği gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafii ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 10.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Cinsel Suçlar Avukatı

Cinsel suçlar avukatı, basit cinsel saldırı suçu başta olmak üzere tüm cinsel suçlara ilişkin davaların baştan sona takibi sağlar.

Ağır Ceza Avukatı

Cinsel saldırı, yağma gibi suçlar ağır ceza mahkemelerinde yargılamaları yapılan suç tipleridir. Ağır ceza avukatı istanbul’da nitelikli olarak artmaya devam etmektedir.

Sanık Ölümü Durumunda Müsadere Yargıtay Kararı

Sanığın ölmesi durumunda müsadereye konu eşya hakkında karar verilebilir.

6. Ceza Dairesi         2015/2084 E.  ,  2018/2776 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Yağma, cinsel saldırı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, tehdit
HÜKÜM : Mahkumiyet, sanık … hakkında temyiz isteminin reddine dair ek karar.

Yerel Mahkemece verilen hüküm sanık … savunmanı tarafından duruşmalı olarak da temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Hükmolunan cezanın miktarına göre, sanık … savunmanının duruşmalı inceleme isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,

I- Sanık … hakkında mağdur …’a yönelik yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve cinsel saldırı suçlarından kurulan hükmün incelenmesinde;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, uyulan bozmaya, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hâkimler Kurulunun takdirine göre, sanık … savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve kanuna uygun bulunan hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA,

II- Sanık … hakkında kurulan hükmün incelenmesinde;

Sanığın, hükümden sonra 18/04/2016 tarihinde öldüğünün, UYAP sisteminden alınan sanığa ait nüfus kaydından anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK’nın 64/1. maddesi gereğince değerlendirme yapılması zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 10/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yağma Suçu ( Gasp Suçu ) Yargıtay Bozma Kararı

Karar İçeriği6. Ceza Dairesi         2015/5921 E.  ,  2018/2909 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Yağma
HÜKÜM : Mahkumiyet


Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1-Bir başkasının, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibariyle büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişinin eylemi yağma suçunu oluşturur. Malın alınması veya verilmesini temin için zilyetin üzerinde cebir ve tehdit kullanılmaktadır. Cebir ve tehdit karşısında mağdurun başka bir seçeneği kalmamakta ve bu durumda failin malı doğrudan alması söz konusu olmaktadır. Yani mağdur malı teslim etmektedir. Bu suçla korunan hukuki değer yalnızca malvarlığı değil, aynı zamanda kişi özgürlüğü ve vücut dokunulmazlığıdır.

Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılır, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanır.

Cebir, şiddet, tehdit, yağma suçunun zor unsurunu oluşturmaktadır. Zorun bulunmadığı olaylarda, yağma suçunun tipik unsurundan bahsedilemez.

Kullanılan cebir ve tehdidin, kişiyi malı teslim etmeye veya alınmasına ses çıkartmamaya yöneltmeye elverişli olması gerekir. Cebir, “Bir kimseye karşı bir şeyi yapması veya yapmaması ya da kendisinin yapması için zor kullanma” anlamına gelmektedir. Burada mağdura karşı kullanılan ”zor”, fiziki zorlamadır. iradenin zorlanması cebir kavramı içerisinde değil, tehdit içerisinde değerlendirilir. Tehdit, muhatabın üzerinde zorlama etkisinin hali hazırda bedensel tesir eden zorlama ile değil gelecekte belirtilen manevi bir zorlama, korkutmayla oluşmasıdır. Ciddi tehdidin objektif olarak ciddi görünüm uyandırması ve tehdit edilen tarafından ciddiye alınması da gerekir. Yağma suçunda tehdit, şahıs veya malvarlığına ilişkin ve kişiyi büyük bir tehlikeye düşürecek ağırlıkta bulunması gerekir. İşte bu konumdaki tehdit yağmanın elverişli zorlama aracı olmaktadır. Tehlikenin büyük olup olmadığı daha çok fiili bir mesele olup, tehdidin yönlendirilmiş olduğu şahıs yer ve zamanda gözönüne alınarak somut olayda nicelik incelemesi gerekmektedir. Tehdit edilen kötülük ile malın teslimi arasında oran yoksa yine yağmadan bahsedilemez.

Somut olaya gelince;

…’nin 21.05.2015 tarihli kolluk ifadesinde özetle, olay günü saat 15.30 sıralarında, arkadaşı … ile cep telefonundan müzik dinleyerek dershaneye doğru gittikleri sırada sanıklar … ve …’in seslenmesi üzerine yanlarına gittiklerini, sanıkların telefonunu istediklerini, korktuğu için telefonu verdiğini, bu sırada sanıkların yanlarına arkadaşları … ve …’nin geldiğini, sanıklar …, … ve arkadaşları ile bir süre yürüdüklerini, arkadaşı Oktay’ın, yanından ayrıldığını, telefonunu sanıklardan geri istediğini, ancak geri vermeyerek konuşma yapacaklarını söylediklerini, bir süre daha dolaştıklarını, sanıkların “Biz özel bir mesele konuşacağız, sen git” demeleri üzerine, birkaç adım ileriye gittiğinde, sanıklar ve sonradan gelen arkadaşlarının kaçtıklarını söylediği,

Sanıkların aynı gün yakalandıkları, sanık …’ın üst aramasında suça konu telefonun ele geçtiği,

Olay günlü canlı teşhis tutanağında, yakınanın, sanık …’ın, telefonu aldığını, olay sırasında “Sizi döverim, adam ol, ağzını burnunu kırarım” dediğini, sanık …’e “Bunları döv” dediğini söylediği, kovuşturma aşamasındaki beyanında, arkadaşı Oktay ile yürüdükleri sırada, sanıklar telefonuna bakmak için istediklerinde korktuğu için verdiğini, arkadaşı Oktay’ın, yanından ayrıldığını, telefonunu geri istediğinde sanık …’ın “Ağzını burnunu kırarım” dediğini, bir süre yürüdüklerini, sonra sanıkların telefonla kaçtıklarını, olayın şokuyla, başına bir şey gelir korkusuyla tehdit ve hakaretle ilgili polise bir şey anlatmak istemediğini söylediği,
./..

Yakınanın annesi Kadriye Kördemirci’nin 21.05.2014 tarihli beyanında, oğlu Yusuf’un kendisini arayarak telefonunun üç kişi tarafından alındığını, vermek istemediği halde şahısların ısrar etmesi üzerine korkusundan telefonu verdiğini söylediğini,

Hakkında beraat kararı verilen …’nin 21.05.2014 tarihli kolluk ifadesinde, sanık …’ın aldığı telefonla kaçtığını söylediği, sulh ceza hakimliğindeki beyanında, İbrahim ile yürüdüğü sırada arkalarından gelen sanık …’in, yanındaki çocuğa “Seni döverim, adam ol, ağzını burnunu kırarım, seni Aliço’ya dövdürürüm” dediğini, bir süre sonra sanık …’in gözden kaybolduğunu, sanık …’nin, sanık …’in çocuktan telefonu alıp kaçtığını söylediğini ifade ettiği, kovuşturma aşamasında, yakınanın telefonunu elinde gördüğü sanık …’in bir anda gözden kaybolduğunu, daha sonra İbrahim ve yakınanın, Mehmet’i aramak üzere yanından ayrıldıklarını söylediği,

Hakkında beraat kararı verilen …’un aşamalarda özetle, … ile önden yürürken, sanıklar ve tanımadığı iki çocuğun arkalarından geldiğini, …’in bu sırada sürekli telefonla konuştuğunu, bir ara dönüp baktığında arkalarında kimsenin olmadığını fark ettiğini söylediği,

Sanık …’in aşamalarda özetle, …, … ve sanık … ile yürürken iki çocukla karşılaştıklarını, telefonla konuşması gerektiği için sanık …’ın çocuktan konuşmak için telefonu alıp kendisine verdiğini, konuşma yaptıktan sonra baktığında çocuğun, Ali Selçuk ve İbrahim’le kaybolduklarını gördüğünü söylediği, sanık …’ında benzer savunmada bulunduğu olayda,

Sanıklar tarafından sarf edilen sözlerin ve/veya mevcut fiziki koşulların yukarıda belirtilen yağma suçunun unsuru olarak betimlenen tehdit boyutuna ne şekilde ulaştığı denetime olanak verecek şekilde açıklanıp gösterilmeden, yakınanın sanık ve/veya sanıkların kimliklerine yönelik geçmişten gelen algı ya da tasavvurunun, ya da yakınanın psikolojik durumu ve/veya ürkek kişiliği ile yarattığı düşünceye de bu şekilde bir anlam yüklenemeyeceği de gözetilerek, öncelikle, bu doğrultuda yakınan ve …’nin beyanları arasındaki açık aykırılıklar giderildikten sonra sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun takdiri gerektiği düşünülmeden yeterli olmayan gerekçe ile yazılı biçimde hüküm kurulması,

2-5271 sayılı Yasa’nın 150. maddesi uyarınca, sanıkların savunmalarını yapmak üzere zorunlu savunman görevlendirilmesi nedeniyle, savunmanlara ödenen


avukatlık ücretinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı biçimde, sanıklara yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar … ve … savunmanlarının temyiz itirazları ve tebliğnamdeki düşünce bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 09.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yağma Avukatı Gasp Avukatı

Yağma avukatı veya gasp avukatı gibi bir terim bulunmamaktadır. Ancak ceza avukatı olarak bu davalarda usul ve delillerin elde edilmesindeki hukuka uygun denetiminin yapılması ve birçok noktada ağır ceza avukatı davanın seyri anlamında katkısı oldukça fazladır.

Ağır Ceza Avukatı

Ağır ceza avukatı istanbul’da gittikçe bu alanda çalışma yapan avukat sayısıyla artmaktadır. Yağma yani gasp suçları da ağır ceza mahkemelerinde görülen dava tiplerindendir.

Cinsel Saldırı ( Tecavüz ) Yargıtay Bozma Kararı

Cinsel saldırı suçundan ötürü beraat kararı verilen sanık hakkında hastane ve diğer deliller göz önüne alındığında cinsel saldırı yani tecavüz suçunun oluştuğu gözetilmeden verilen beraat kararını Yargıtay bozmuştur. Buna karşın mahkeme üyesi karşı oy ile şerh düşmüştür.

14. Ceza Dairesi         2015/1860 E.  ,  2018/2649 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı, konut dokunulmazlığının ihlali, kasten yaralama
HÜKÜM : Beraat

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Mağdurenin, sanığın kendisinden habersiz olarak aldığı anahtarla evine girerek zorla cinsel ilişkiye girdiği ve bu sırada vurarak burnunu kırdığına ilişkin anlatımları, Bandırma Devlet Hastanesince düzenlenip mağdurenin burnunda kırık olduğuna ilişkin acil muayene kayıtları, tanık Kader’in olaydan sonra mağdurenin yanına geldiğini ve sanık tarafından tecavüze uğradığını anlattığına ilişkin beyanları, yine tanıklar Kılıç ile Cemile’nin olay günü mağdurenin evinde ağladığını duyduklarına ilişkin ifadeleri, mağdurenin sanıktan korktuğu için hastaneye gittiğinde doktora sehpadan düştüğünü söylediğine ilişkin ifadesinin, hastanede görevli polis memuru olan tanık Mustafa’nın, sanığın da yanında olduğu, mağdurenin hüzünlü ve ağlamaklı bir halinin bulunduğu yönündeki beyanı ile desteklenmesi ve tüm dosya içeriği nazara alındığında sanığın atılı suçlardan mahkumiyeti yerine oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 09.04.2018 tarihinde beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı, konut dokunulmazlığının ihlali suçlarından kurulan hükümler yönünden üye …’ün karşı oyu ve oyçokluğuyla, kasten yaralama suçundan kurulan hüküm yönünden ise oybirliğiyle karar verildi.

(Kısmen Karşı Oy)






KARŞI OY

Sanık savunması, mağdurenin aşamalarda değişen çelişkili beyanları, iddia edilen olaydan bir gün sonra mağdure ve sanığın mağduredeki yaralanma sebebiyle hastaneye gittiklerinde, hastane polisi tanık Mustafa’nın mağduredeki yaralanmanın sebebini sorduğu, mağdurenin düştüğünü söylediği buna rağmen tanığın mağdureyi sanıktan farklı bir odaya alarak gerçeği söylemesi konusunda ısrarcı olduğu, mağdurenin düşerek yaralandığını başkada bir şey olmadığını beyan ettiği, intikalin olaydan iki ay sonra yapıldığı dikkate alındığında, yüzyüzelik ilkesi gereği olayı değerlendiren mahkeme gerekçesinin yerinde olduğu, mağdurenin yaralanmasının cinsel saldırıya delil olamayacağı, cinsel ilişkinin zorla olduğuna ilişkin soyut mağdure anlatımı dışında delil bulunmadığı mahkemenin beraat kararının yerinde olduğu düşüncesiyle sayın çoğunluğun konut dokunulmazlığının ihlali ve cinsel saldırı suçlarından sanığın mahkumiyetine yönelik bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Cinsel Saldırı Avukatı

Cinsel saldırı suçları, ağır ceza avukatı tarafından ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu davalara genelde cinsel suçlar avukatı denilen ceza avukatları olarak anılmaktadır.

Cinsel Suçlar Avukatı